Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Ben Apollon; doğudaki güneş, kulaktaki müzik.
Ben Apollon; kalbinde günahı, omuzlarında hayal kırıklıklarını taşıyan o tanrı.
Yağmur azgın dalgalarla karışıp da ayaklarımın altındaki iskeleyi parçalamak istermiş gibi döverken içimdeki ışığa tutundum. Yağmurlu havalarda her zaman böyle hissederdim; biraz parçalanmış biraz da eksik. Ama bu sefer bu yağmurlu gecede içimdeki sıkıntının tek kaynağının toplaşıp duran kara yağmur bulutları olmadığını biliyordum.
Daha başka bir şeydi bu. Daha kişisel bir problem.
Dalga iskelenin eskimiş ayaklarından yukarı taşıp sandaletlerimi ıslattığında elimde olmadan geriye doğru bir adım attım ama sonra durdum. İskelenin ucunda, tüm dalgalara karşı tek başına göğüs germeye hazırmış gibi görünen küçük bir kız duruyordu. Diğerleri gibi geride kalan faciadan kaçmak için hazırlanan gemiye binmek yerine iskelenin ucunda durmuş, ayaklarının hemen altındaki kara dalgaları izliyordu.
Tanrılar. Kesinlikle böyle bir günün üzerine Nestor'un şaraplarından birine ihtiyacım vardı ama o şaraplar geçidin öbür tarafında, yasaklı olduğum zamanda kaldığına göre Dionysos'unkilerle idare etmek zorundaydım. Bu pek de iç açıcı değildi çünkü hepimiz Nestor'unkilerin çok da iyi olduğunu bilirdik. Dionysos bunu bilse sanırım bir daha hiçbir şarabın tadının bana güzel gelmemesi için beni büyülerdi. Piç kurusu.
Kız sanki varlığımı hissetmiş gibi arkasını döndü, yağmurda ıslanıp suratına yapışmış saçlarını yüzünden çekerken elleri titriyordu. Suratını tanıdım. Bundan yalnızca birkaç saat öncesinde annesiyle birlikte umutsuzca limana ulaşmaya çalışan küçük, sarışın bir kızdı. Şehrin zengin ailelerinden birine mensup olduğunu biliyordum çünkü üzerindeki ipek tunik her ne kadar limana kadar süren yağmur altındaki zorlu yolculukta tahrip olmuş olsa da yine de ailesinin sahip olduğu zenginliği gözler önüne seriyordu. Eskiden sahip olduğu zenginlik.
Kız benim kim olduğumu anladı mı yoksa yalnızca yağmurda dikilen ama ıslanmayan tuhaf bir adam olduğumdan mı bilmiyorum ama bir adım daha geriledi, bu hareketi onu iskelenin çürük ucuna biraz daha yaklaştırdı.
Üzerime bir pelerin gibi sardığım gücümü geri çektiğimde yağmur damlaları suratımı dövmeye başladı. Belli ki bu kızı rahatlatmıştı çünkü bana bakışları daha cesur bir hal almıştı. Eh, ıslanmaktan hoşlanmıyordum ama karşımdaki bu küçük ölümlü kızı korkutmamak için birkaç damla yağmurla dövülmeye dayanabilirdim sanırım.
Kız çenesini dikleştirip bana baktığında bu hoşuma gitti. Büyüdüğünde cesur biri olacağını ve şehri için çok önemli şeyler yapacağını anlamam için kehanetlerimi göreve çağırmama gerek bile yoktu. "Gitmelisin," dedim arkasındaki iskeleden ayrılmaya hazırlanan gemiyi işaret ederek. "Burada artık görecek bir şey kalmadı." Gemi sanki sözlerimi onaylamak ister gibi fırtınalı denizde ileri geri sallandı, içeriden telaşlı bağırışlar yükseldi.
YOU ARE READING
ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Fantasy•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimiz aslında, Ona ait bedenlerimiz. Apollon, Apollon. Gel de gör bizi, Kutsal bakirelerini. Al da götür bizi, Kutsal gelinlerini. Çıplak bedeni...