Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası

12.1K 1K 1K
                                    

 

Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası

  Derler ki bir ruh ait olmadığı bir yeri gördüğünde mutlaka tanırmış. Bu yüzden Hades hiçbir zaman Tartarus'un derinliklerinde çürümesi gereken ruhlara acıyarak onları Elysium'a almakla uğraşmazmış. Çünkü kimse bilmese bile ruhun kendisi bilirmiş nereye ait olduğunu. Hangi özden yoğrulduğunu, hangi közle yok olduğunu.

  Tam da bu yüzden ölümlüler yaşarken Olympos'un merdivenlerini çıkamaz, altından sularından içemezlermiş. Ruhları dünyevi kabuklarına sıkı sıkıya bağlıyken yükseliş, damarlarında yalnızca ilahi kan akanlara verilirmiş ki onlar da ebediyen tanrıların evim dediği bu diyarda kalamazmış. Çünkü ruhun kişiden bağımsız bir hafızası varmış ki bu hafıza hiçbir zaman yanılmazmış.

  Yalnızca bir kez yürümüştüm Olympos'un buluttan merdivenlerinde. Orada yürüyüp de tanrıların huzuruna çıkan herkesin aksine ben dizlerimin üzerine çökmemiş, Zeus'tan ebediyen yankılanacak bir isim dilenmemiştim. Ben intikam istemiştim. Hakkı olmayanların üzerinde hak iddia ettiği şehrimin yolları kanla sulanmadan yaşanacaklara engel olmak istemiştim. Ama ne etmediğim dualar ne de üzerime geçirdiğim öfkemden zırhım yaşanacaklara engel olamamıştı. Kader tanrıçaları bildiklerini okumuş, kendi arzu ettikleri şekilde şehrimi düşürmüşlerdi. Fakat yine de akan kanlar sokaklardan aşağı inip denizin sonsuz ruhuna karışsa da Troya yeniden özgür, yeniden Troya olmuştu.

  Bu yüzden Olympos'a bu sefer isteğim dışında bir kez daha geldiğimde buna şaşırdım. Aradan neredeyse iki ay geçmiş ve şehir en sonunda yaralarını sarmayı başarmıştı. Pazar yerindeki dükkanların çatılarından yine renkli tüller sarkıyor, esnaf tezgahlarını yine sokaklara taşırıyordu. Çocuklar koşuyor, askerler nihayet rahat bir nefes alabiliyordu. Ölülerimizi yakmayı bitirdiğimizde artık şehir de ölümün bir kara bulut gibi üzerine düşen gölgesini atmaya hazırdı.

  Troya yeniden tanrıların yürüdüğü şehir olmuştu. Bu sefer tanrıların yardımıyla inşa edilmemiş, bizzat tanrılar tarafından her taşı özenle konulmuştu.

  Şehrinden yeniden ayaklandırılması tahminlerimizden de uzun sürdü. Akhaların şehre girdiklerinde ilk yaptıkları şey zenginliğimizi ve medeniyetimizi yok etmek olmuştu. Ama yine de her bir taşı kaldırmış, her bir harcı karmış ve eskisinden de güçlü bir şehir inşa etmiştik. En sona ise tapınağı bırakmıştık. Diğer tanrılar şehrin duvarlarını güçlendirirken Rae kendi tapınağının yaralarını tek başına sarmak istemişti. Apollon ise her şeye rağmen onu yalnız bırakmamıştı. Onları birlikte görmek, yan yana şehirde yürüdüklerini, insanlarla ilgilenmelerini seyretmek bana hala tuhaf geliyordu. Bu yeni gerçekliğe alışmam güçtü. Rae her ne kadar sakinliğini koruyup Apollon'un kaybettikleri zamanı telafi etmesine izin verse de ben onun gibi bağışlayıcı olamıyordum.

  Apollon'a her baktığımda aklıma ona tapınmak zorunda bırakılarak geçirdiğim yıllar ve yediğim tokatlar geliyordu. Gözlerimi sıkıca kapattığımda Penelop'un bana bağırışı, rahiplerin ayaklarımdaki sandaletleri çıkartıp rahibenin beni ince sopasıyla dövebilmesi için beni onun önüne atışları geliyordu.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin