-10-

10.9K 478 37
                                    

"Ne bok yersen ye Baran !" Evden sinirle çıkıp, kapıyı çarparken birden birine çarpmamla sırtım kapıyla buluştu.

Hangi öküzün bana çarptığına hırsla bakarken şu geçen Yiğit'i ağzı burnu dağılmış halde getiren çocuğu görmemle şaşkınca kaşlarımı kaldırdım.

Neydi bu herifin adı ya ?

Heh.

Yekta.

Ona bir şey demeden sinirle apartmandan çıkarken, Baran ile kavgamızın bitmesini bekleyen Yiğit'in yanına geçtim.

Geçen akşam yorgun argın onlara hazırladığım yemeğe sadece Yiğit gelmişti ve Baran iki gündür eve ilk kez uğruyordu. Nerdeydin, ne yapıyordun diyince de haklıymış gibi bir de üste çıkmaya çalışıyordu hayvan herif !

Dün gece inatla eve gelmesini beklemiştim ve geldiğinde büyük bir kavga etmiştik. Şimdi de sabah aynı şekilde hız kesmeden devam edince Yiğit bizi dinlemek istemediğini söyleyerek arabaya geçmişti.

Bugün ise durum buydu. Ben ona bağırıp evden kendimi atmıştım o da en son sinirden sehpayı devirmişti.

İstediği kadar sinirlenip orayı burayı devirebilirdi. Sonuçta yine toplayacak olan oydu.

"Abi kardeş bu kadar iyi anlaşmanız gözlerimi yaşartıyor." Yiğit arabayı sürerken bir yanda da benle dalga geçince zaten canım burnumda olan ben bir patlamada ona yaşadım.

"Bana bak Yiğit sana da sinirliyim zaten, kaşınma ! O Baran ne bok yiyorsa birlikte yiyorsunuz bilmiyorum mu sanıyorsun ! Ne zamandan beri birbirimizden bir şeyler saklar olduk ? Ben gerçekten anlamıyorum !"

Yiğit sus pus olup önüne dönerken, tahminlerim doğrulandı. Baran ne haltlar karıştırıyorsa Yiğit'de işin içindeydi. Vardı bunlarda bir şey ama çıkmasını bekliyordum. Sonsuza kadar gizli tutamazlardı.

Okula geldiğimizde Yiğit sigara içmek için kulübenin arkasına geçerken ben de kantine kahve almaya gittim. Sürekli değişen ve henüz oturmayan ders programımıza göre bu ders sanırım kimyaydı ve benim aşk böceğim Şüko'nun dersine uyanık girmem lazımdı.

Kahve otomatlarından birinin yanına gidip, sade kahve alırken yanıma birinin gelmesiyle istifimi bozmadan kahvemi aldım ve masalardan birine yerleştim.

"Günaydın Arya, nasılsın ?" Yanıma elinde tıpkı benim gibi kahveyle gelen Aytaç'a baktım.

Garip bir çocuktu. Biraz yüzsüz gibiydi ama serseri bir tazı vardı. Onu her gördüğümde üstünde olan deri ceketini acaba ikinci bir deri olarak mı kullanıyordu merak ediyorum.

"Aytaç bak, arkadaşına söyledim sana da söyleyeyim. Ben team Işıl'ım, benden uzak durun." Kahvemden yavaşça bir yudum alırken, Aytaç gülerek ceketinin kollarını çekti ve o sırada gözüme bileğinde ki deri bileklik takıldı.

Garip bir şeydi. Tek parmağım kalınlığında ki bilekliğin ortasında yuvarlak bir daire vardı ve dairenin ortasında sanki onu parçalamış gibi duran bir çubuk geçiyordu.

İlginç ama güzel bir görüntüsü vardı.

"Öncelikle onlar benim arkadaşım değil, öylesine takıldığım tipler. İkinci olarak da Işıl ile aralarında geçen mevzuda benim hiçbir suçum yok." Aytaç sandalyesinde yayılıp bana bakarken, ben de ona baktım. Doğru söylediğini biliyordum ama suçsuz olduğunu düşünmesi suçsuz olduğu anlamına gelmiyordu.

"Hiçbir suçun yoktu kabul ama Işıl'a eziyet çektirirlerken onlarla takılmaya devam ettin mi ? Ettin. Bu da seni melek yapmaz."

Kahvemden tekrar bir yudum alırken Aytaç'ın gitmesini bekledim ama gitmedi aksine o da oldukça rahat bir şekilde kahvesini içti.

Organize İşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin