1

788 174 1
                                    


İngiltere, Addison Malikânesi

Beyaz Oda

17 Haziran 2018

"Özür dilerim Eliot. Her şey benim suçum. Seni çok seviyorum. Böyle olmasını istemezdim."

İki kez geleceğini görmüş, iki kez doğum yapmış ve iki kez ölmüş biri olarak bu cümleler ağzımdan dökülürken beyaz odamın ortasında Eliot'la birlikteydim. O benimle ilk defa tanıştığını zannederken yaşanan onca şeyden sonra kendimi Eliot'ın kollarına bırakmış ve dudaklarına yapışmıştım. Hiçbir şeyden haberi olmayan Eliot, "Neden bahsettiğini bilmiyorum ama ben de seni seviyorum" demişti.

Kalbim demir bir gülleye bağlanmışçasına ağırdı. Babamın yaptıklarına ve yaşadığına bir türlü inanamıyordum. Gözünü kırpmadan inanç uğruna beni kurban edebilmişti. Sanki bir hortumun içine hapsolmuş, dönerek savruluyordum. Benim bu dünyadaki yerim neydi? Doğru zamanda ölmek için mi hayata gözlerimi açmıştım? Kimse için bir değerim yok muydu?

Bir yandan da içim öylesine ferahlamıştı ki. Yüce Yaratıcı'ya bir söz vermiştim. Eğer her şeyin başladığı noktaya geri dönebilirsem, hiçbir şey yaşanmadan kendimi öldürecektim. Beni başlangıç noktasına döndürdüğüne göre sözümü tutmalıydım. Ölüm, birçok defa başkaları tarafından kapıma gelmişti. Şimdi kapıyı aralama sırası bendeydi. İşe Eliot'ı kendimden uzaklaştırarak başlamalıydım. Hâlâ kollarında olduğum düşünülürse bu durum, çok zordu.

Eliot'a şimdiye kadar çok kızmıştım ama ona âşık olmayı hiçbir zaman bırakmamıştım. Benim yerime kurban edilmek için kendini ortaya atmıştı. Bu yaptığıyla gözümdeki tüm hataları bir anda silinmişti sanki.

Teni sıcaktı. Bense buz gibiydim. Onunla ısınmak istiyordum ve boynundan yayılan kokuyu içime çekmek. Bunları yapmam işleri daha da zorlaştırmak demekti.

"Eliot, artık gitmen gerekiyor."

Gözlerim dolu bir şekilde ondan ayrıldım ve arkamı döndüm. Beni bu şekilde görmesini istemiyordum. Kendimi ne zaman öldüreceğimi bilmiyordum ama bu, Eliot'ı son görüşüm olabilirdi.

"Evet. Haklısın Eva. Sen dinlen. Sonra yine görüşürüz."

Berbat durumdaydım. Ayahuasca çayını ikinci defa içmem ve acılarla dolu geleceğimi görmem beni sarsmıştı. Üstüme başıma baktım ve yer yer kusmuk lekeleri gördüm ama dikkatimi çeken şey, dümdüz olan karnımdı. Benjamin'i yine kaybetmiştim. Ama belki de böylesi daha iyiydi.

Eliot, benden tepki alamayınca gitmek için arkasını dönmüştü ve yatak odasının kapı eşiğinden geçmek üzereydi. O bilmiyordu ama ben bunun bir veda olduğunu biliyordum. Bu sefer kesin, net ve geri dönülemez bir şekilde. Onu bir daha göremeyecektim. Dokunamayacaktım ve çocuğunu asla doğurmayacaktım.

"Eliot, dur" dedim.

Gidip tekrar ona sarıldım. Ağlamak istemiyordum ve kendimi olabildiğince sıktım. Gözyaşlarım kalbimi acıtırcasına içime akıyordu resmen. Bu sıcaklığı son hissedişim. Bu kokuyu son kez duyumsayışım. Eliot, ilk birkaç saniye tereddüt edip neler döndüğünü anlamaya çalışsa da sarılmama karşılık verdi.

"Konuşmak ister misin Eva?"

Şu an ki problemlerimin hiçbiri iletişimle çözülecek cinsten değildi. Sadece en küçük hücreme kadar hissettiğim bu aşkın güçlü bir vedayı hak ettiğini düşünüyordum. Başımı hayır anlamında salladım ve "Sadece seni sevdiğimi unutma olur mu?" dedim.

"Ben de seni seviyorum Eva" dedi.

Dudağıma küçük bir öpücük bırakıp odamdan çıktı. Bu, hayatımın aşkını son kez görüşümdü. Sanırım.

Eliot'ın beni bıraktığı yerde dizlerimin üstüne çöktüm ve sonuna kadar sıktığım gözyaşı çeşmelerimin vanasını açtım. Sesim duyulur korkusuyla haykırmak istemiyordum ama arada kaçan hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Artık dayanamıyordum. Uyumak istiyordum. Uyumak ve bir daha uyanmamak.

Oturma alanının kapısı kapanınca sıçrayarak uyandım. Ne oluyordu? Neredeydim? Ve kim gelmişti? Yatak odası karanlıktı ama oturma alanından ışık vuruyordu ve ben yerde yatıyordum. Belim ağrıyordu, çok üşüyordum ve doğrulduğum anda başım döndü. Duvarlardan tutunarak oturma alanına geçtim. Birden aydınlığa çıkınca gözlerim kamaşmıştı ve açık tutmakta zorlanıyordum.

Karşımda Victoria vardı ve kollarını birbirine bağlamış her zamanki güzelliğiyle dikiliyordu. Bense ölü gibiydim. Sinsi yeşil gözleriyle beni ve odayı tarıyordu. Sesi kibrine yenik düşecek tarzda tizdi.

"Bu hâlin ne böyle?"

Victoria'yı çağırdığımı tamamen unutmuştum. Zaman ve gerçeklik algısını öylesine kaybetmiştim ki kendimi daha çok işlediğim cinayet sonrası malikâneye hapsolmuş gibi hissediyordum. Gerçekliğe dönmem için tüm zihinsel aktivitelerimi kullanmam gerekiyordu ve Victoria'dan öğrenmem gereken yeni bir bilgi artık yoktu. Ayrıca bana yaptıklarından sonra onu görmek istemiyordum. Yine de onu canlı görmek, yaşadığını bilmek içimi ferahlatmıştı.

"Seni buraya kadar yorduğum için üzgünüm. Sana bir şey soracaktım ama cevabı başkasından öğrendim."

"Neymiş o soracağın şey?"

"Victoria, gerçekten şu an yalnız kalmaya ihtiyacım var. Odamdan çıkar mısın?"

Aslında cümlemi sert bir ses tonuyla söylememiştim ama onu kızdırdığım belli oluyordu. Üstelik yine. Allahtan ikimizde ayakta dikiliyorduk ve şu an bana saldırması için bir sebep yoktu.

"Adımı nereden biliyorsun?"

Gözlerimi devirerek ona baktım ve sorusuna cevap vermedim. Sadece gitmesini istiyordum. Şu an onunla uğraşacak hâlim yoktu. Pes edercesine kollarını indirdi ve "Ucube" diyerek odamdan çıktı ve gitti.

Kendimi beyaz kanepeme bıraktım. Cenin pozisyonu alarak düşünmeye başladım. Gözümden bir damla yaş aktı. Çok acıkmıştım, çok üşüyordum, şehvet duyuyordum ve titrerken düşündüğüm tek şey kendimi nasıl öldüreceğimdi. Keşke Victoria hazır gelmişken beni döverek öldürseydi. Böylece büyük bir sorundan kurtulmuş olurdum.

İngiltere'ye gelmeden önce nasıl öleceğimi ya da nasıl ölmek isteyeceğimi hiç düşünmemiştim. Buraya geldikten sonra ise ölümü birkaç kez tecrübe etmiştim. Şimdi tek fark, bunu istediğim şekilde yapacak olmamdı. Sonunda özgürce verebileceğim bir kararım vardı. Ama bu kararı yarın almak istiyordum. Çünkü onca saat uyumama rağmen göz kapaklarımı açık tutamıyordum. Ölmeden önce bir gece daha uyuyabilirdim bence. Bu kadarını hak ediyordum.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now