54

302 143 1
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Rahip Mathias

Tarihte şamanlar, ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında bağlantı kuran din adamlarıydılar. Ayrıca hastalıkları iyileştirme, adak yapılan kurbanları tanrılara ulaştırma, dini törenleri düzenleme, fal bakıp geleceği görme ve insanları şeytani ruhlardan arındırma gibi görevleri vardı. Rahip Mathias'ın annesi tüm bunları yapabilen, köklü bir şaman soyuna mensup bir kadındı.

Mathias'ın içinde yaşadığı topluluk, onun ergenliğe girdiği dönemlerde belirtiler bekliyordu. Olağanüstü varlıklar görme, tinsel ve fiziksel acılara maruz kalma, baş dönmesi, inzivaya çekilme isteği, sürekli düşünceli bir davranış içinde olma gibi. Ama bu belirtilerin hiçbiri küçük Mathias'da görünmüyordu ve o da üzerindeki baskıyı azaltmak için elinden geldiğince rol yapmaya başladı.

Eğitimine başladığında ayahuasca çayının içinde uyumakta olan derinliği dirilteceğini sandı. Ama hissettiği tek şey, boşluktu. İçi, verimsiz bir toprak gibi suskundu. Topluluğundan dışlanma korkusu Mathias'ı büyü ilmini öğrenmeye itti. Böylelikle küçüklüğünden beri gözlemlediği davranışları büyük bir ustalıkla taklit ederken, büyü sayesinde elinde kanıtı da oluyordu. Artık yirmi kilometre uzaklıktaki herkes, onun yetenekli bir şaman olduğunu söylüyordu.

Yıllar, turistlere ayahuasca seansları düzenleme, fal bakma ve dini törenlerle geçmişti. Ta ki bir gün, ajan kılındığında bir adamın onu bulmasına kadar. Yetenekli bir kızın eğitimi için İngiltere'ye davet ediliyordu. Tek düze giden hayatına heyecan katma adına bu teklifi kabul etti.

İngiltere'ye adım attığında sadece bir ân için hata yaptığını düşündü. Siyah cipler, korumalar, devasa malikâne gözünü korkutmuştu. Gerçek bir şaman rahip olmadığını anlarlarsa sonu hiç iyi olmayacaktı. Ama Mathias, geri adım atmadı. Eva'yı gördüğü zaman tüm tereddütleri bir anda yok olmuştu. Kendisi yetenekli değildi ama yetenekli birini gördüğü zaman kesinlikle anlardı.

Sade güzelliğinin ardında müthiş bir çekiciliği vardı. Gözlerine bakmak ona âşık olmak için yeterliydi. Tenine dokunmak, gerçek mutluluğun anahtarıydı. Eva'yla olmak, onu kendine saklamak istiyordu. Sonunun ne olacağı umurunda değildi. Elinden geldiğince rol yapacak ve onun yakınlarında olacaktı.

Bir de Eliot Addison vardı. Eva'nın yegâne sahibiymiş gibi hareket eden. Tanıştıkları gün bunu belli etmiş, onu odasına götürürken üstü kapalı tehdit etmişti.

"Gözlerinize dikkat edin Rahip Mathias. Yuvalarından çıkmalarını istemeyiz."

Richard Addison, Eva'nın yakında evleneceğini söylemişti ve ona göre bir program hazırlamışlardı ama şimdi bu evliliği kabul etmekte zorlanıyordu. Böylesine yetenekli, güzel bir kızı bir oğlan çocuğuna layık görmüşlerdi. Mathias, "Buna izin veremem" dedi. Zamanı azdı ve büyü yapmaktan başka bir şey aklına gelmiyordu. Eva'nın yeteneği, büyünün tesirini azaltabilirdi ama daha ilk derslerinde kendine bağlama büyüsü yapmıştı. Yüzüğünü çıkarttıramamıştı. Eva, ayahuasca ana ile boğuştuğunu zannederken aslında büyünün tesirindeydi ve ne kadar güçlü olursa olsun Eliot'tan uzaklaşıp, Mathias'a yaklaşması gerekiyordu.

Günler geçiyor, düğün tarihi yaklaşıyor, Eva'da bazı gariplikler oluyor ama istediği sonucu elde edemiyordu. Mathias'ın düğünden önce tek bir çaresi kalmıştı. Temas. Eva'ya mutlaka dokunmalı ve onu son kez kendine bağlamalıydı. Düğünden önce bu fırsatı yakalamıştı ve ama Eva, bu hamleyi bir sinek ısırığı gibi karşılamış ve Eliot'la evlenmişti.

Malikâneden ayrılıp balayına gitmişti. Normal şartlarda bunu yapmaması, yapamaması gerekiyordu. Mathias'ın çevresinden ayrılmamalıydı. Anlaşılan o ki, büyüsü işe yaramamıştı. Mathias, pes etmişti ama bu, Eva'nın yanından ayrılması anlamına gelmiyordu. Büyük bir sabırla onu bekleyecek, eğitimlerine devam edecek ve özlemini çektiği dudakları her eğitimden önce öpecekti.

Aylar sonra onu ilk gördüğünde karnı şişkindi. Eliot'a dokunamaması ve ona yaklaşmaması gerekiyordu. Şiddetli baş ağrısını yeteneği sayesinde yenmişti. Bebeği olmasının hiçbir anlamı yoktu. Eva'yı öylesine seviyordu ki onun çocuğuna babalık yapmaya razıydı. Ama Eva, ikinci bir çocuğa daha hamileydi. Mathias'ın ikinci çocuğu öğrenmesiyle birlikte umutları tükenmeye başlamıştı. Kabullenmek istemiyordu ama Eva, kocasını seviyordu ve onunla bir aile hayatı yaşıyordu. Maskesini indirip Eva'ya açılma konusunda büyük bir tereddüt yaşıyordu.

Çelişkili duygularını bir kenara bıraktı ve Eva'nın çayı içip derin uykuya daldığı gün, onu doya doya öpeceğini anladı. Eva'yı kendi yatağına yatırdı. Ondan faydalanmak istemiyordu ama dokunma isteğine karşı da koyamıyordu. Yanaklarını, kollarını, bacaklarını okşadı. İleriye gideceğini anladığında onu garip bir pozisyonda bırakıp odadan ayrıldı. Belki de Eliot ile Eva'nın arasını bu şekilde açacaktı.

Bu da işe yaramamıştı. Ne Eva'yla birlikte olabiliyordu ne de onu bırakıp gidebiliyordu. Bununla yaşayabilir miydi? Onun yakınında olup, yapmacık bir öpücükle bir ömür geçirebilir miydi? "Evet" dedi kendi kendine. "Eva, her şeye değer."

Eva'nın çığlık attığı gün, kalbinin parçalanacağını sandı. Bu, nasıl bir acıydı böyle? Neler yaşıyordu? O, uyanmadan bir şey yapamayacağını biliyordu ama onu acılarından kurtarmak istiyordu. Üç gün boyunca uyanmamıştı. Rahip Mathias, bir ân aklını kaçıracağını sandı. Belki de Eva'yı kendi elleriyle ölüme göndermişti. Ama hayır, Eva yaşıyordu ve onu kaybetme korkusundan sonra şimdi karşısında duruyordu.

Onu öptü. Sonra biraz daha öptü. O güzel dudakları bırakmak istemiyordu ve Eva, her şeyi anlamıştı.

"Çocuklarını da al buradan gidelim."

Belki çocukları arasında tercih yapmaması gerektiğini anladığı zaman Eva'nın onunla geleceğinin düşündü ama yanılmıştı. Şimdi kendisi bir seçim yapması gerekiyordu. Ya Eva'nın dediği gibi bu evden gidecekti ya da kalmaya devam edip canından olacaktı.

"Eva'nın olmadığı yerde zaten ölüyüm" dedi.

Bundan sonraki bekleyiş uzun sürmemişti. Kendine Eva'nın kocası diyen kişi Mathias'ın yaşadığı ruhsal acılarla kıyaslanamayacak bir ağrıyla onu baş başa bırakmıştı. Gülüyordu. Çünkü yaşadığı her şey Eva uğrunaydı. Bir daha onu göremeyeceğini bile bile ölüme yürüyordu. Ölmemişti belki ama bundan sonra yaşadığı da söylenemezdi.      

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz