4

400 162 0
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Richard Addison'ın Ofisi

18 Haziran 2018

Büyükbabamın ofisinde sendeleyerek yere düştüm. Yine ölmüştüm ve gerçekliğe dönmüştüm. Yaptığım bu provanın gerçekleşmesi için elimdeki şişeyi antika sehpanın üstüne koydum. Hemen gidip kendimi tırabzanlardan atmak istiyordum ama bir anlığına soluklanmak istedim. Artık buna dayanamıyordum. Çayı içince ölürüm sanmıştım ama yine geleceğimi görmüştüm. Tek iyi yanı bana nasıl ölebileceğimi göstermesiydi.

Eliot'ın ismimi haykırması hâlâ kulaklarımdaydı. Beni intihar ederken görmesini istemiyordum ama ölümümü ertelemek de istemiyordum. Tam bir kaçınma-kaçınma çatışması yaşıyordum ve bunu yapmak zorundaydım.

Ayağa kalktım ve tam ofisten çıkacaktım ki büyükbabamın masasında duran, hiçbir gelecek düşümde görmeyi başaramadığım arkası bana dönük çerçeve dikkatimi çekti. Hızlıca gidip baktım ve Eliot'la göz göze geldim. Tabii ki Eliot'ın resmi olmalıydı. O, Addisonlar'ın tek vârisiydi. Kolları birbirine bağlı, bir duvara yaslanarak poz vermişti ve gamzesi belli olacak şekilde gülümsüyordu. O kadar güzeldi ki. Onu bırakıp gidecek olmanın ağırlığı tekrar kalbime oturdu. Ama artık gitmeliydim. Yeterince zamansal sapma yaşamıştım ve bu işi bitirmeliydim.

Koridora çıktığımda beni görüp bağıran koruma yoktu. Robert Amca, büyükbabam ve Eliot, karşı koridorda Robert Amca'nın ofisindeydiler. Onlar çıkmadan sessizce bu işi halletmeliydim.

Tekrar elbisemin eteklerini yukarıya doğru topladım ve taş tırabzanın üstüne çıktım. Ölmek istiyordum ama göğüs kafesim bana inatla taze hava ile inip kalkıyordu. Korkudan titriyordum. Çünkü başıma neyin geleceğini biliyordum. Yere çarptığımda yaşadığım acı inanılmazdı. Artık acı çekmek istemediğim için ölüyordum ama şimdiye kadar çektiklerimin en şiddetlisiyle yüzleşmek üzereydim. Boğazım, dışarıya çıkmayı bekleyen hıçkırıklarla doluyordu. Gözlerimi kapattım. Kendimi motive etmeye ihtiyacım vardı.

"Hanımefendi ne yapıyorsunuz? Hemen inin oradan!"

"Sakın yaklaşma."

Hayretle gözlerimi açtım. Bu adam her seferinde nereden çıkıyor böyle? Kahretsin! Yine yakalanmıştım ve elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Birazdan her şey bitecekti ve sadece acele etmem lazımdı. Aşağıya, Göbekli Tepe sütunlarına bakıyordum ve tam uca gelince Eliot'ın "Eva!" çığlığıyla irkildim. Bana doğru koşuyordu ve arkasından Robert Amca "Yapma" diyerek geliyordu. Beni acele ettiriyorlardı ve bu da panik olmama sebep oluyordu. Zamana ihtiyacım vardı. Neden herkes kendi işine bakmıyor ki?

Tekrardan sırt üstü düşmek için kendi etrafımda döndüm ve Eliot, bana yaklaştığında "Dur" dedim. "Yaklaşma." Topuklarım taş zeminde dışarıya doğru taşmaktaydı ve düşmem için sadece küçük bir itme hareketine ihtiyacım vardı. Fizyolojim, beni hayatta tutmak için ikazlar veriyordu. Ayaklarının üstüne düşmeye çalış. Öne doğru düş, arkaya doğru değil. İyi de ben ölmek istiyordum. Zihnimdeki sesleri susturdum.

"Eva ne yapıyorsun? İn oradan konuşalım."

"Artık konuşulacak bir şey yok Eliot. Üzgünüm ve bunu yapmak zorundayım. Seni çok seviyorum. Beni affet olur mu?"

Derin bir soluk aldım ve bir anlığına tereddüt yaşadım ama gözlerimi kapatıp kendimi geriye doğru bıraktım. Ama düşmüyordum. Garip bir sarsıntıdan sonra göğsüm sert bir zemine çarptı. Ne olduğunu anlayamamıştım ve gözlerimi açıp baktığımda Eliot'la göz göze geldim. Beni kolumdan yakalamıştı ve çekmeye çalışıyordu. Canım yanıyordu. Bir anlık tereddüdüm bana ulaşmasını sağlamıştı. Yalvaran gözlerle ona baktım.

"Bırak da öleyim."

"Asla."

Koruma da yetişmişti ve o da diğer kolumdan tutarak beni yukarıya çekmeye çalışıyordu. Zemine ayak basınca dizlerimin üstüne çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Eliot, bana sarıldı ve ensemden tutarak beni kalbinin üstüne bastırdı.

"Geçti artık Eva. Yanındayım."

Ölümü birçok kez tecrübe etmeme rağmen şimdi ölemiyordum. Hangisi daha zordu bilemiyorum. Havva olarak ölmek mi yoksa Eva olarak yaşamak mı?

Eliot'ın kollarında titreyerek ağlıyordum. Başımı kaldırıp kimseye bakmak, yüzleşmek istemiyordum. Ve herkesten korkuyordum. Bundan sonra bana ne yapacaklarını bilmiyordum. Tüm maskelerimi çöpe atmıştım. Kimseyle mücadele edecek, politik davranacak ya da sistematik çözümlemeler yapacak gücüm yoktu. Pes etmiştim.

Robert Amca, soluk soluğaydı ve "Eva, neden yaptın bunu?" diyordu. Eliot'ın tişörtünden çekiştirdim ve ona biraz daha sokuldum.

Sakin bir ses tonuyla konuşurken beni anlamıştı. Beni bu hayatta anlayabilecek tek kişi belki de oydu.

"Robert Amca, bırakalım şimdi dinlensin. Sonra konuşuruz."

Başım çok ağrıyordu ve uyumak istiyordum. Sadece Eliot'ın duyabileceği bir fısıltıyla konuştum.

"Uyumak istiyorum."

Beni kucağına aldı ve yürümeye başladı. Sadece birkaç adım attığını hatırlıyorum. Hemen uykuya dalmıştım bile. Keşke ölümüm de uykuya dalmak kadar kolay olsaydı.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now