27

289 141 2
                                    

Türkiye, İstanbul

Balayı

18 Ağustos 2018

Yaklaşık bir aydır İstanbul'da kalıyorduk. Bu kadar uzun kalmamızın sebebi ise Ayşe Teyze ve Mustafa Amca'ya yeni bir ev yapılıyor olmasıydı. Sapanca'ya henüz gitmemiştik. Aslında kapılarına dayanıp ne diyeceğimi de bilemiyordum.

"Merhaba, ben geleceğimde sizin kapınıza geldim ve bana çok iyi davrandınız. Kabul ederseniz size ev hediye etmek istiyorum" diyemezdim. O yüzden Stone, köy muhtarıyla irtibata geçip bir yardımseverin bu yaşlı çifte ev yapmak istediğini söyledi. İnşaat bittikten sonra evlerini dünya gözüyle görüp artık malikâneye dönmeyi planlıyorduk.

Her zamanki çelişkilerime eşdeğerde büyük bir ikilem yaşıyordum. Otel odaları ne kadar lüks olsa da düzenli bir hayatım, evim olsun istiyordum ama döneceğim yer, malikâne olduğu için bir yandan da tatilim bitsin istemiyordum.

Bir aydır İstanbul'da gezmediğimiz yer kalmamıştı. Eliot, daha önce İstanbul'a gelmiş ama bu kadar detaylı gezmemişti. Bu süreçte Türk kültürüne daha çok aşina oldu. İştahı zaten yerinde olan Eliot, Türk yemekleriyle gayet mutlu yaşıyordu. Lahmacunu, iskenderi ve içli köfteyi çok sevmişti. Etrafımızdaki korumalar biraz dikkat çekse de Eminönü'nde normal insanlar gibi balık ekmek bile yemiştik.

Eliot, İstanbul gece hayatını merak ediyordu ama benim bu konuda bir bilgim yoktu. Ayrıca bar da gezmek istemiyordum. Sadece bir akşam Haluk Levent'in konserine gitmiştik. Eliot, bana arkadan sarılmıştı ve ben o güzel şarkılara eşlik ederken o sadece beni izlemişti.

Kadıköy'de bulaşıkçılık yaptığım restorana Eliot, gitmek istemişti ama bu, travmamla yüzleşmem demekti ve benden şiddetli bir "Hayır" cevabı aldı. Katil her zaman cinayet mahalline geri döner. Ama bu, benim için geçerli değildi.

Eliot, boğaz turu yapmayı ve Ortaköy'de kumpir yemeyi çok seviyordu. Bense Üsküdar'ı seviyordum. Ve şimdi de Kız Kulesi'nin karşısında ben çayımı yudumlarken Eliot, büyük bir iştahla döner ekmeğini yiyordu. Ona sert bir bakış attım ve "Eliot, senin yüzünden kilo aldım" dedim.

Ağzı doluyken homurdanarak konuştu.

"Hamilelikte kilo almak gayet normaldir hayatım."

"Bu üçüncü hamileliğim Eliot ve hiçbirinde bu kadar kilo almamıştım" dedim.

"Umarım tüm bebekler bendendir" dedi ve bir kahkaha attı. Gözlerimi devirerek Eliot'a baktım ve "Çok komik" dedim. Yağlı dudaklarıyla boynumu öptü ve "Kabul et, biraz komik" dedi. İkimiz de gülmeye başladık.

Balayımın İstanbul ayağı çok güzel geçiyordu. Türkiye'de olmanın mutluluğu da vardı tabii ama son iki haftadır başım hiç ağrımamıştı. Ama buraya geldiğimiz ilk hafta Eliot'a belli etmeden ağrıdan kıvrandım. En son o kadar büyük bir ağrı yaşadım ki sanırım sönme patlamasıydı ve ben değil de artık ağrının kendisi pes etmişti ve benden uzaklaşmıştı.

Gebelik kontrollerim için düzenli bir şekilde hastaneye gidiyorduk ve malikâneye sık sık rapor veriyorduk. Yetişmemiz gereken bir işimiz, okulumuz olmadığı için gayet rahattık ama büyükbabam ne zaman döneceğimizi sorup duruyordu. Tam net bir tarih vermemiştik. Bizimle aynı zamanda balayında olan bir çiftimiz daha vardı. Robert Amca, Emily ile evlenmişti ve kızlarını da yanlarına alarak tatile çıkmışlardı. Büyükbabam, koca malikânede yalnızlık çekiyor olmalıydı.

"Malikâneye ne zaman döneceğiz Eliot?"

Eliot, sonunda ekmeğini bitirmişti ve son lokmasını da yutup öyle konuştu.

"İstersen hemen gidebiliriz."

"Emin değilim. Benjamin doğduktan sonra tatile çıkmak zor olacak. O yüzden görmek istediğim her yere gitmek istiyorum. Ama büyükbabam yalnız ve düzenli bir hayatımın da olmasını istiyorum."

"Robert Amca iki gün sonra tatilden dönüyor. Boş ver, gezelim. Bence Şanlıurfa'ya gitmeliyiz."

Şanlıurfa deyince bir anda tüm kanım vücudumdan çekilmişti. Travmalarım gün yüzüne çıkmak için büyük bir uğraş veriyordu. Eliot, şok geçirdiğimi anlamıştı.

"Affedersin hayatım. Göbekli Tepe'yi kast etmemiştim. Oranın yemekleri güzel diye.. Neyse bence ne yapmalıyız biliyor musun? Bu kadar yakındayken senin büyüdüğün eve gitmeliyiz."

Eliot, konuştukça ben kendimi daha da kötü hissediyordum. Babam, Abant Gölü'nde olabilirdi. Olmasa bile her santiminde anılarımın bulunduğu yerle yüzleşmeye hazır değildim. Donup kaldım. Hiçbir şey demedim. Eliot, konuyu değiştirdi.

"Denize girmek için Muğla'ya ya da Antalya'ya gidelim. Tam mevsimi. Ne dersin?"

Balayımız müze, saray ve tarihi mekân gezmekle geçmişti. Eliot'ın denize girmek istediğini biliyordum ama bir sorunum vardı.

"Ben herkesin içinde mayo ya da bikini giyemem" dedim.

"O zaman bizde tekne kiralarız" dedi.

Ertesi gün İstanbul'dan ayrıldık. İlk önce Sapanca'ya gittik. Ayşe Teyze'nin eski evinin dibine yapılmış yeni yaşam alanlarının kapısını tıklattım. Eski evlerine dokunulmasını istememişlerdi. Kapısında bir yabancı görünce şaşırdı.

"Teyze, bana bir bardak su verir misin?" dedim.

"A kızım, veririm tabii. Gel içeri" dedi.

Yeni evlerinden içeriye girdim. Ev içime çok sinmişti. Onların zorlu yaşamlarını kolaylaştıracak tarzda yapılmıştı. Eliot, beni arabada bekliyordu ve ayaküstü Ayşe Teyze'yle konuşup, elini öptükten sonra oradan ayrıldım. Ama onlar için yapmak istediğim bir şey daha vardı. Stone'dan Ayşe Teyze ile Mustafa Amca'nın çocuklarının telefon numarasını bulmasını istemiştim. Sadece bir oğlunun numarasını bulabilmişti ama şimdilik bu yeterliydi.

Rotamız Cengiz Topel Havalimanı'ydı ve oradan da Muğla'ya uçacaktık ve yolda Ayşe Teyze'nin oğlunu aradım. Anne, babası ile yolumun kısa bir süre önce kesiştiğini belirttim. Beni susturmadan dinledi. Kaba bir muameleyle karşılaşırım diye korkmuştum. Evlatlarını ve torunlarını çok özlediklerini ilettim. Bana teşekkür etti ve en kısa zamanda ziyarete gideceğini söyledi. Diğer kardeşlerine de aynı şekilde iletecekti. İçim ferahlamış bir şekilde uçağımıza bindim.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now