2

471 171 5
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Beyaz Oda

18 Haziran 2018

Uyandığımda yeni günün benim için bir anlamı yoktu. Ama odama dolan güneş ışınlarını görünce ölmek için güzel bir gün diye düşündüm.

Beyaz kanepemde doğrulup amaçsızca odamı izledim. Yemek masasının üzerinde kahvaltım duruyordu. Kimsenin gelip gittiğini duymamıştım ve bugün öleceğim düşünülürse bunun aç mideyle olması daha iyiydi. Ama susuzluktan dolayı dilim kurumuştu ve hücrelerimin su diye yalvardığını duyar gibiydim.

Kalktım. Birkaç bardak su içtim. Yatak odasına geçtim ve ayaklı aynamda kendime baktım. İri gözlerim ağlamanın etkisiyle şişmişti. Ayahuasca çayı bana güzellik getirmeye çalışmıştı ama hâlim perişandı. Her bir saç telim, farklı bir noktayı işaret ediyordu. Kirli kıyafetlerim hâlâ üstümdeydi ve üşümeye devam ediyordum.

Arkama dönüp komodinin üzerinde duran saate baktım. 11.02'yi gösteriyordu. O kadar çok uyumuştum ki hesaplama bile yapamadım ve büyükbabamla olan randevumu kaçırmıştım. Üzülmeme, telaşlanmama ya da açıklama yapmama gerek yoktu. Bugün ölüp gidecektim sonuçta. Herkesi büyük bir dertten kurtaracaktım.

Üstümü değiştirdim. Yere oturup, dizlerimi karnıma çektim ve düşünmeye başladım. Yaşamın değerini ve bir o kadar değersizliğini sorguladım. Gerçekten kendimi öldürebilir miydim? Birisi eline bir silgi almış ve yaşam defterinden adımın geçtiği her yeri siliyormuş gibiydi. Siliniyordum ve bunun ölümden farkı yoktu.

Bedenimin fişini nasıl çekecektim peki? Zaten iki defa ölmüştüm ve bu üçüncü olacaktı. Ne demişti filozof? "Bir nehirde iki kez yıkanılmaz." O zaman neden ben aynı nehirde defalarca boğuluyordum?

En iyisi ilaç içip uyumaktı ama şu an hiçbir ilaca erişimim yoktu. Sağlık katına inmek, Doktor Stefan Cavan'dan istemek çok tehlikeli olabilirdi. Ne diyecektim? Ayrıca niyetimi anlayabilir ve "Madem ölmek istiyorsun, o zaman daha büyük bir davaya hizmet et ve aday ol" diyebilirdi. Belki haklı da olabilirdi ama aynı acıları tekrar yaşamayı kaldıramazdım. Aday olamaz, bir daha hamile kalamazdım.

Babam, nerelerdeydi acaba? Malikânenin bir odasında yaşıyorsa hiç şaşırmazdım. Birinci dereceden Addisonlar'ın ölmemesi gerektiğini nasıl da idrak edemedim? Şimdiye kadar bana oyun oynadığını nasıl da anlayamadım?

Annem, öleceği günü bildiği için hep sönüktü ama babam, onun aksine her zaman ölümsüz bakışlar atmıştı. Her Addison gibi çevresindeki kadınları katletmişti. Benim ölümümden sonra da inancıyla mutlu ve mesut bir şekilde yaşayabilirdi. Hak ettiği gibi, yalnız başına.

Sorunuma geri dönecek olursak nasıl ölmem gerektiğini hâlâ bilmiyorum. Kendimi asacak bir ip bulamam ve bulsam bile böyle ölmek istemezdim.

Kan kaybından ölmenin ne demek olduğunu görmüştüm. Bileklerimi kesebilirdim ve birkaç dakika içinde ölürdüm. Ama ben, bu dünyadan tertemiz ayrılmak istiyordum. Kanım, vücudumda kalsın istiyorum.

Aslında aklıma bir yol geliyordu ama ölüp ölemeyeceğimi tam olarak kestiremiyordum. Bu yol, büyükbabamın kasasında saklı olan ayahuasca çayını kafama dikerek içmekti. İkinci içişimde resmen ölümün kıyısından dönmüştüm ve üçüncü kez içersem beni öldürmesi yüksek ihtimaldi. Birkaç saniye içinde fikir, kafamda iyice yer etti. "Gereği düşünüldü" diyerek ayağa kalktım ve infazıma karar verdim.

Kasanın şifresini bilmiyordum ama bir olasılık mezarlığın şifresiyle aynı olabilirdi. Evet, kararımı vermiştim ve akşam olunca bunu gerçekleştirecektim. Tek tereddüdüm, hayatta kalmaktı. Eğer böyle bir şey olursa başka yollar denemem gerekecekti artık.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz