34

311 143 4
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Doktor Stephan Cavan'ın Muayenehanesi

31 Mart 2019

Gözlerimi şimdiye kadar hiçbir geleceğimde görmediğim yeni bir güne açmıştım. Hastane odasında olduğumu biliyordum, doğum yaptığımı biliyordum. Bilincim tamamen yerindeydi ve aşırı huzurluydum. Tek sorun, gerçekliğinden emin olamamamdı. Ölümü birkaç kez görmüştüm. Nasıl olduğunu biliyordum. Şu an ölü olamazdım. Olmamam gerekiyordu.

Başımı kaldırdım. Eliot, bacaklarımın üzerinde uyuyordu. Hemen yanında ayaklı bir hastane pusetinin içinde Benjamin kıpırdanıyordu. "Bunlar kesinlikle gerçek" dedim. Bacağımı kımıldattım ve "Eliot, uyan" dedim.

Eliot, bir anda sıçrayarak "Eva, iyi misin?" dedi.

"Evet, bebeği verir misin?"

Eliot biraz korkarak, biraz da temkinli bir şekilde bebeği kucaklamaya çalıştı. Bu hâlini çok komik bulmuştum. Ama benim kucağıma verdiğinde aynı şeyleri ben de hissettim. O kadar küçük ve savunmasızdı ki.

Benjamin'i kollarıma aldığımda şimdiye kadar hissettiğimden daha yoğun bir annelik duygusu tüm damarlarıma hücum etti. O an onun için ölebileceğimi ve öldürebileceğimi anladım. Bu, o kadar güçlü bir duyguydu.

"Eliot, bu gerçek mi?"

Eliot, yanıma uzandı ve ikimizi kollarının arasına aldı.

"Gerçek tabii ki. Siz benim mutluluğumsunuz."

Benjamin, uykuyla uyanıklık arası dudağının bir tarafı ile hafif gülümsedi. Beni tanıyordu, hissediyordu. Bundan emindim. Beyaz bir tulum giydirmişlerdi ve temizlenmişti. Uzun, gür, koyu renk saçlarını bile taramışlardı. Göğüslerim taş gibiydi ve çok ağrıyordu. Emzirmem gerektiğini biliyordum. Nasıl emzirecektim? Doğum yapalı kaç saat olmuştu? Kaç saattir açtı? Çevreme bakındım. Kesinlikle malikânedeydik.

"Ne oldu Eliot? Ne kadardır baygınım?"

"Çok kanaman vardı. Allahtan ambulans hazır bekliyordu. Seni Urfa'da özel bir hastaneye kaldırdık. Depodaki tüm kanları kullanmak zorunda kaldık. Sonra seni ambulans uçakla buraya getirdik. Çok değil beş saattir uyuyorsun. Seni biz uyuttuk. Toparlan diye."

Hiçbir Addison'ın kan depolama süresiyle ihtiyaç duyacağı ânın benim kadar kısa olduğunu sanmıyordum. Hatta hiçbirinin kullanacak olmasını bile.

"Emily burada mı?"

"Evet, ama uyuyordur. Yine de çağırmamı ister misin? İstersen hemşireyi çağırayım?"

Bebeğimin yanağını okşuyordum. Pamuk gibiydi. Onu koklayarak öptüm. Tıpkı Eliot gibi kokuyordu. Ağzını açıp kapatıyor, başını sallayarak arama refleksi yapıyordu.

"Emily'i çağır lütfen."

Aslında şu an anneme ihtiyacım vardı. Ağlamak istedim ama kendimi tuttum. Emily de annem gibiydi. Eliot, yanımdan kalktı ve telefonuyla Robert Amca'yı aradı.

"Evet, uyandı. Müsaitse Emily gelebilir mi? Tamam, bekliyoruz" dedi.

"Benjamin bir şey yedi mi? Mama verdiniz mi?"

"Hayır, izin vermedim. Uyanmanı bekledim."

Büyülenmiş gibi bebeğime bakıyordum. Küçücüktü, savunmasız. Sanki bana bir şeyler anlatmak istiyordu. "Eliot, bu çok güzel bir şey" dedim. Minicik ellerini öptüm. Eliot, gülümsedi. Tekrar yanıma geldi ve beni öptü. "Sonunda gerçek bir ailem oldu" dedi. Mutluluktan ağlıyordum.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now