35

314 143 3
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Beyaz Oda

29 Mayıs 2019

Bir ay önce Benjamin, tarikat üyelerine tanıtılmıştı. Büyükbabam, yıllarca yönettiği toplantıya bir misafir olarak katılmış ve büyük bir gururla Benjamin'i anlatmıştı.

Eliot, babamdan boşalan yeri almıştı. Ben çemberde Harold amcamın yanında dururken Eliot, benden uzaktaydı. Benjamin'le ilgili bazı kararlar alınması gerekiyordu ve Harold amcam, toplantıyı başlattı.

Sırasıyla sorular soruldu ve oylamalar yapıldı. Çıkan sonuçta Benjamin'i emzirmeme izin vardı ama iki yaşında bırakmam gerekiyordu ve tarikat eğitimine de dört yaşında başlanacaktı. Oyuncaklarla oynaması oy birliğiyle yasaklandı. Evet oyu için sadece Eliot'ın ve benim elim kalkmıştı. Benjamin'in yeterince toleranslı büyüdüğünü düşünüyorlardı. Daha fazla zafiyete meydan veremezlermiş. Doğal olarak Küçük Eva'yla oynaması da yasaklandı.

Bu konuyu kafama çok fazla takmadım. Çünkü bir çocuk için bazen bir kaşık, bir battaniye bile oyuncak sayılırdı. Bir şekilde orta yolu bulacağımıza emindim.

Günlerim çok yoğun geçiyordu. Malikânenin düzeni oturmuştu ama Benjamin'li hayata adapte olmak da zorlanıyordum. Sık sık emziriyordum ve her ânında yanında olmak istiyordum. Bezi değiştirilirken, banyo yaparken hatta uyurken bile. Ama eğitimim devam ediyordu ve dünyayı değiştirmek için ilk adımımı atmıştım.

Savaş mağduru çocuklar için Gülen Yüzler Vakfı'nı kurmuştum. İşler genelde Emily üzerinden yürüyordu ama tarikat üyelerinin eşlerini ve tanıdığım bazı bekçi aileleri biraz zorla da olsa aktif yapmıştım. Bu girişimimi çok ters karşılayanlar vardı.

Addisonlar el altından devletleri karıştırıyor, kendi çıkarına gelen savaşları destekliyordu. Bende kalkıp ailem yüzünden yetim kalmış çocuğa yapay bir ilgi sunuyordum. Benim ailem yüzünden kendi yuvasını kaybedenlere verebileceğim tek şey dört duvar ve bir çatıydı. Belki şu an bunları değiştirmeye gücüm yetmiyordu ama zamanla halledebileceğime emindim.

Evin çalışanları ile aram gayet iyiydi ve Benjamin'i merak ettikleri haberini almıştım. Ve gruplar hâlinde sırasıyla onları odamda ağırlamaya karar verdim. Son grup Benjamin'i kucaktan kucağa aktarıp severken Eliot, içeriye girdi. Zaten iri olan gözleri sonuna kadar açıldı ve yutkundu. Addisonlar'ın değerli vârisi, hizmetçilerin kucağındaydı. Bu onlar için kabul edilemez bir şeydi. Sanırım bu durum Eliot için de geçerliydi.

Çalışanlar da Eliot'ı görünce panik olmuş, bebeği benim kucağıma bırakıp kaçarak odadan çıkmışlardı. Eliot, tekrar işe başlamıştı ve eve bu kadar erken geleceğini tahmin etmemiştim.

"Hoş geldin hayatım. Erkencisin?"

Eliot, her gün takım elbise giymeye bir türlü alışamamıştı. Kravatını ve ceketini fırlatıp attı. Gözlerini benden kaçırıyordu.

"Evet. Düşündüğün yetimhane için mimarlar geldi. Birlikte konuşuruz diye erken geldim."

"Tamam, sorun ne o zaman? İnsanlar bebeğimizi sevemezler mi?"

Eliot yutkundu. Kendini zorladığı belli oluyordu.

"Elbette sevebilirler. Ben sadece şaşırdım" dedi.

Bizim üstün ırk olmadığımızı, her insan gibi olduğumuzu kabullenmesi gerekiyordu. Ama zamana ihtiyacı vardı.

Eliot'ın yetimhane dediği projem aslında devasa bir kampüs tasarımıydı. Sadece çocuklara özgün, yurt, okul, yemekhane, oyun alanlarının olduğu bir yaşam alanı. İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi'nin bir kopyasını mimarların önüne koyduğum zaman çok şaşırdılar. Köy, dairesel bir yaşam alanıydı. İç içe duran üç çember şeklindeki yerleşim alanları merkezde kesişen üç yolla birbirine bağlanıyordu. Bir bakıma kayıp kıta Atlantis'in planına benziyordu. Bu projenin temelinde insan, hayvan ve doğa yer alıyordu. Benim yapacağım kampüste ise merkezde çocuk, doğa ve hayvan olacaktı.

Mimarlar şaşkın bir şekilde planı incelerken bu projeyi tasarlayan kişiyle tanışmak istediklerini söylediler. Kimin tasarladığını bilmiyorum ama kimin tasarlattığını biliyordum.

"1937 yılında Atatürk tasarlatmış" deyince herkes çok şaşırdı. Düşünüyorum da Atatürk bir on yıl daha yaşasaydı şu an Türkiye ne durumda olurdu?

Emily, Eliot ve mimarlarla birlikte akşama kadar projemiz üzerinde çalıştık ve onu mükemmel hâle getirdik.

Bebek telsizinden Benjamin'in ağlama sesi geliyordu. Eliot'ın kollarından kurtuldum ve üzerime sabahlığımı geçirip bebek odasına gittim. Çok yoruluyordum, dinlenemiyordum ve canım yanıyordu. Ama Benjamin'e her zaman şefkatle yaklaşıyordum. Bakıcımız Bayan Parker da uyanmış Benjamin'e müdahale edecekken odaya girdim.

"Bayan Parker, siz yatabilirsiniz. Sadece emzireceğim" dedim.

Benjamin'i emzirip uyuttuktan sonra odama girdiğimde Eliot, yatakta oturmuş beni bekliyordu. Sinirli gibiydi. Acaba sorun neydi?

"Affedersin hayatım, seni uyandırdım mı?"

"Bir yerin mi ağrıyor Eva?"

Gözlerim irileşmişti. Bebek telsizinden duymuş olmalıydı. Ne demem gerekiyordu acaba?

"Sorun yok" dedim.

"Acıdan inliyordun Eva. Bir yerinin ağrıdığı belli. Neden doktora görünmüyorsun? Neden bana söylemiyorsun?"

"Tamam" dedim ve pes edercesine Eliot'ın yanına oturdum. "Göğüslerimde emzirmeden kaynaklı yaralar oldu ama geçmek üzere" dedim.

"Neden bana söylemedin?"

"Çünkü ne diyeceğini biliyorum. Emzirmeyi bırak diyeceksin."

"Evet. Emzirmeyi bırak. Yaraları görebilir miyim?"

Aslında şu an göstermek için hiç uygun bir zaman değildi. Yaralar açılmış ve göğüs pedini kana bulamışlardı. Doktorun herkese söyleyeceğini bildiğim için ona muayene olmamıştım ama internetten araştırdığım her yöntemi uygulamıştım. Yine de geçmemişti. Eliot'a gösterdiğimde "Aman Tanrım!" dedi. "Bu, geçmiş hâli mi yani?"

"Eliot, lütfen. Sabah doktora gösteririm."

"Emzirmeyi derhal bırakmanı istiyorum Eva. Hiçbir Addison anne sütüyle beslenmedi."

"Bu yüzden devam etmem gerekiyor. Bu süt, bebeğimin hakkı."

"O zaman senden sadece iki şey yapmanı istiyorum. Birincisi doktora görünmen, ikincisi gece emzirmelerini sonlandırman. Çok yoruluyorsun ve dinlenmeye ihtiyacın var."

Eliot'ın isteklerine zaman içerisinde uydum ve hayatımız biraz olsun normale dönmeye başladı.   

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now