56

302 143 0
                                    

İngiltere, Oxford

Oxford Üniversitesi

12 Kasım 2021

Yüce Meclis, oy birliği ile üniversite okumamıza izin vermişti ve okula başlayalı neredeyse iki ay olmuştu. Okulun ilk günleri adapte olmakta çok zorlanmıştım. Aklım sürekli Benjamin'deydi. İlk zamanlar derslerden erken çıkarak malikâneye döndüğümüz bile oluyordu ama kendimi hiç olmadığım kadar normal insanlar gibi hissediyordum.

Kot pantolonlarımı gardırobun derinliklerinden çıkarmıştım. Ayağıma spor ayakkabılar giyiyordum ve bir sırt çantası takıyordum. İki çocuklu olgun bir kadın olmaya doğru yol alırken U dönüşü yapmışım gibi geliyordu.

Kararlaştırdığımız gibi ben psikoloji bölümüne yazılırken Eliot, işletmeye kayıt olmuştu. Kolejlerimiz farklıydı ama ders saatlerimiz genelde uyumluydu ve hangimiz önce çıkarsak diğerinin sınıfının kapısında bekliyorduk.

Kendimi büyülü bir dünyaya girmiş gibi hissediyordum. Oxford Üniversitesi'nin ortaçağ mimarisinin izlerini taşıyan binaları bu duyguyu hissetmeme neden oluyordu. Ayrıca filmlerde kullanılan bazı mekânlar yüzünden her köşeden Harry Potter çıkacakmış gibi geliyordu. Ne demişti şair Matthew Arnold; "Rüya gören kuleler kenti." Kesinlikle bir rüyada olmalıydım.

Stone, her zamanki gibi yanımdaydı. Eliot, tek başına hareket edebiliyorken bu, benim için geçerli değildi. Allahtan Stone yanıma çok yaklaşmıyordu ve bu iri, takım elbiseli, kulağında telsiz olan adamın kimi beklediği anlaşılmıyordu.

Bugün dersim erken bitmişti ve Eliot'a mesaj attım.

Hayatım, dersim bitti. Seninki ne zaman bitiyor?

Şimdi çıktım. Neredesin?

Yemekhanede buluşalım mı? Çok acıktım.

Olur. Birazdan geliyorum.

Yemekhanede çok sık yemek yemiyorduk ama insan içine karışmak beni mutlu ediyordu. Bugün hariç. Ben menüyü incelerken iki kızın kıkırdayarak konuşmasına şahit oldum.

"Aman Tanrım! Şu gelene bak. Bu, Eliot Addison."

Dönüp baktım. Eliot, nezaketle şımarıklık arası çevresine gülümseyerek geliyordu. Havalı görünüyordu. Neredeyse tüm kızlar ona bakıyordu. Şimdiye kadar fark edemememe küfür ediyordum ve kızları dinlemeye devam ettim.

"Onunla aynı sınıftasın değil mi? Beni tanıştırır mısın?"

"Tatlım, onun kimseyle pek muhatap olduğunu sanmıyorum. Ayrıca ona Patricia göz koydu ve inan bana onunla yarışmak istemezsin. İstediğini elde etmeden asla bırakmaz."

Moralim alt üst olmuştu ve yemekhaneden koşarak çıkıp gitmek istiyordum.

"Aman Tanrım! Bize doğru geliyor."

Salak kızlar! dedim içimden. Eliot yanıma geldiğinde herkesin içinde dudaklarımdan öptü beni. O kadar utanmıştım ki kimsenin yüzüne bakamıyordum. Ama Eliot, bir daha öptü beni. Hem de boynumdan. Kime neyi ispatlamaya çalışıyordu acaba?

"Gidebilir miyiz?"

"Acıktığını sanıyordum."

"Malikânede yerim" dedim.

Yol boyunca Eliot'la hiç konuşmadım. Şimdi onu daha iyi anlıyordum. Eliot'ın Mathias'ı dövdüğü gibi ben de Patricia'yı dövebilirdim. Zihnimde sürekli bir cümle yankılanıyordu. İstediğini elde etmeden asla bırakmaz.

Eliot, moralimin bozulduğunu anlamıştı. Ve sanırım sebebini de tahmin edebiliyordu. Çünkü "İnsanların ne yaptığına fazla takılma" dedi. Tüm kızların ona baktığını biliyor muydu acaba? Patricia'nın varlığından haberdar mıydı?

Ama ben elimden geldiğince tavsiyesine uymaya çalışacaktım. 

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Where stories live. Discover now