26

309 139 0
                                    

İtalya, Floransa

Balayı

19 Temmuz 2018

Yaklaşık bir hafta Como Gölü'nde kaldıktan sonra Floransa'ya geçmiştik. Normal insanların balayılarının aksine bizim balayımızda deniz, kum ve güneş yoktu. Bizimkisi daha çok kültürel gezi olarak geçiyordu. Eliot, bazen surat assa da gezmek istediğim tüm müzelere ve tarihi mekânlara beni götürmüştü.

Baş ağrım hâlâ devam ediyordu ama içtiğim limonatalar ve yediğim sarımsaklı pizzalar sayesinde az da olsa dengeleniyordum. Bazen Eliot'ı çeşitli bahanelerle yanımdan uzaklaştırmaya çalışıyordum ama bir yo-yo gibi gittiği gibi geri geliyordu.

Gebelik testi için malikâneden sürekli hatırlatma telefonları alıyorduk ve iki gün önce İtalya'da özel bir hastaneye giderek kan tahlili vermiştim. Her zaman kanın tüpe basınçlı bir şekilde fışkırmasını izlemeyi sevmiştim ama bu sefer, başımı farklı bir noktaya çevirmiş ve sadece sonuca odaklanmıştım. Ben ne olacağını bildiğim için rahattım ama sonucu beklediğimiz yaklaşık bir saat içinde Eliot'ın tedirginliği bana da yansımıştı ve kendimden şüphe etmeye başlamıştım. Ya bu sefer her şey farklı olursa? Ya hamile kalamazsam ve adayları gönderdiğim için Yüce Meclis bana kızarsa? Ceza verirse?

Eliot da bunları düşünüyor olmalıydı. Yoksa soğukkanlılığını kolay kolay kaybedecek birisi değildi. Doktor yanımıza gelip müjdeyi verdiğinde ise ikimizde derin bir soluk aldık. Bebeğim yuvasına yerleşmişti. Artık sadece onu kollarıma alacağım günü beklemem gerekecekti. Hiçbir şeyden endişelenmeden.

Stendhal sendromuna tutulmadan İtalya'da gezilecek çoğu yeri bitirmiştik ve artık aklımda olan başka bir yere gitmek istiyordum. Eliot'ın bunu kabul edip etmeyeceğimden emin değildim.

"Eliot, daha ne kadar İtalya'da duracağız?"

"Bu sana bağlı hayatım. Müze gezmeyi bu kadar sevdiğini bilmiyordum ama istersen Fransa'daki müzeleri de gezmek için gidebiliriz. Ama Benjamin müze gezmekten sıkılmış olabilir."

Eliot, cümlesini dalga geçerek söylemişti ama Fransa çok cazip bir teklifti. Benjamin esprisinin altında da aslında kendi ruh hâli yatmaktaydı. Benim aklımda ise başka bir yer vardı. Eğer malikâneye dönersek sanki bir daha çıkamayacakmışım gibi geliyordu ve görmek istediğim her yere gitmek istiyordum.

Nazlanarak "Ben aslında başka bir yere gitmek istiyorum ama senin kabul edeceğinden emin değilim" dedim.

Eliot, düşünceli bir şekilde bana bakıyordu. Nereye gitmek isteyeceğimi tahmin etmeye çalışıyordu.

"Sapanca'daki yaşlı çifti mi görmek istiyorsun?"

Gözlerim hayretle açıldı. "Nereden bildin?" dedim.

"Seni tanıyorum Eva. Bana anlattığında onları bir gün görmeye gideceğini anlamıştım. Sen nasıl istersen öyle olsun. Yarın Türkiye'ye geçeriz o zaman."

"Teşekkür ederim" dedim ve Floransa'da ki son gecemiz için yatağımıza girdik ve birbirimize sarılarak uyuduk.

Gecenin bir vakti Eliot'ın boynumu öpmesiyle yarı sersem bir şekilde uyandım. Hafif sakalları çıkmış yüzüme batıyordu ama bu hoşuma gitmişti. Baş ağrım onu görmezden gelemeyeceğim şekilde kendini hissettirmeye başladı. Tansiyonum düştüğü için bugün çok az limonata içmiştim ve cezasını şimdi çekiyordum. Çünkü yakınlaştığımız zaman baş ağrım, şiddetini artırıyordu.

Eliot, üstüme gelip bileklerimden sıkıca tuttuğu zaman derinlerde yatmakta olan bir korku beni esir aldı. Tüm vücudum bir anda ürperdi. Canımın yanmasını istemiyordum. Aşağılanmak istemiyordum. Korkuyordum ve titriyordum. Gözlerimi açtım ve korkuyla "Eliot" dedim.

"Ne oldu Eva?"

"Bunlar gerçek mi?"

"Evet" dedi ve etrafıma baktım. Beyaz odamda değildik. Gerçek olmalıydı ama emin değildim.

"Bana kızgın mısın?"

"Hayır Eva. Sana neden kızgın olayım? Neden titriyorsun? İyi misin?"

Rahat bir nefes almaya çalıştım. Evet, gerçek olmalıydı. Dokuz aylık hamile değildim. Saçlarım kısa değildi. Biz evlenmiştik. Peki ben neden hâlâ tedirgindim?

"Şey bileklerimi o şekilde tutmasan olur mu?"

Eliot, anında beni bıraktı ve kenara çekildi. Yataktan ayaklarımı sarkıttım ve başımı ellerimin arasına gömdüm. Eliot, arkama gelerek omuzlarıma masaj yapmaya çalışıyordu. Beni rahatlatmak istiyordu ama şu an masajla sakinleşemezdim. Yine de titrememi kontrol altına almaya çalıştım. Travma böyle bir şeydi işte. Hiç ummadığım anda karşıma çıkıyordu ve bir kusma hissiyle beni baş başa bırakmıştı. Öğürerek banyoya doğru koştum.

Ne olduğunu anlamaya çalışan Eliot, yanıma gelmişti ve saçlarımı tutuyordu. Kusunca rahatlamıştım ve tekrar yatak odasına geçtim.

"Eva, neler oluyor?"

"Bir şey yok. Benim kafam karıştı ve bir an nerede olduğumu algılayamadım."

Bana baktı. Zihninde neler dolanıyordu acaba merak ediyordum. Sonra "Aman Tanrım!" dedi. Hem de birkaç kez. Bana saldırdığı geceyi ona anlatmamıştım. Anlatmak da istemiyordum. Sadece unutmak istiyordum. Her şey geride kalmıştı ve şimdi bambaşka bir noktadaydık. Ama benim garip tavırlarımdan dolayı Eliot, her şeyi anlamıştı.

"Sana ne yaptım Eva? Söyle. Dövdüm mü? Aman Tanrım! yoksa?"

"Bir şey olmadı Eliot. Lütfen yanıma gel de uyuyalım."

Ben yatağa tekrar yatmıştım ama Eliot, odada dolanıyordu. Bir süre sessizce yürüdü. Yumruğunu sıkıp sonra gevşetiyordu. Ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum.

"Ben adi psikopat herifin tekiyim" dedi ve dibinde bulunan dolaba sert bir yumruk attı. Yumruğu dolabın kapağında büyük bir boşluk oluşturmuştu ve çığlık atarak yanına gittim. Bileğinden tutup geri çektim. Eli kanıyordu ve kıymık parçaları batmıştı.

"Bunu neden yaptın?" dedim. Ağlıyordum. Telefonumu bulup hemen Stone'u aradım. Gecenin bir vakti olmasına karşın sanki Stone, benden telefon bekliyormuşçasına hemen yanıt verdi.

"Stone, hastaneye gitmemiz lazım. Eliot elini incitti" dedim. Birkaç dakikaya kapıda hazır olacağını söyledi. Eliot, bir heykel gibi duruyordu. Kandamlaları elinden halıya akmaktaydı. Atardamarını parçalayabilirdi. O zaman birkaç dakika içinde Eliot'ı kaybedebilirdim. Daha önce kan kaybından ölen birini görmüştüm. Nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Ve bunu görmeye dayanamazdım.

Hızlıca üstümü değiştirdim ve bir havluyu alıp Eliot'ın eline tuttum. Hiç kımıldamıyordu ve korkmaya başlamıştım. Altında eşofmanı vardı ama üstü çıplaktı. Her zaman böyle uyumayı severdi. Dolaptan bir tişört alıp üstüne geçirdim ve sağlam olan elini çekiştirdim. Ama onu bir santim bile yerinden oynatamamıştım. Üstelik elini de hızlı bir şekilde geri çekmişti.

"Ben sana layık değilim Eva. Bırak beni. İlgilenme benimle" dedi.

"Seni bırakayım mı? Bunu nasıl söylersin? Sen benim aldığım hava gibisin Eliot. Boğulmamı mı istiyorsun? Sensiz ölmemi mi?"

Evin en kıymetli vazosunu kırmış bir çocuk gibi dudaklarını büzdü ve "Hayır" dedi. "Seni çok seviyorum."

"Ben de seni çok seviyorum Eliot. Hadi şimdi gidip eline baktıralım" dedim.

Allahtan Eliot'ın elinde ciddi bir şey yoktu. Ama yine de temizleyip sardılar ve bandajların birkaç gün kalmasını söylediler. Otele geri döndüğümüzde Eliot, biraz daha sakindi ama öfke kontrolü ile ilgili beni korkutuyordu. Uygun bir zamanda bu konuyu açacaktım ama şimdi biraz daha uyuduktan sonra bu kötü anımızı İtalya'da bırakıp Türkiye'ye gitme vaktiydi.


Genellikle Floransa'da görülen, yoğun sanat eserlerine maruz kalan kişilerin baygınlık, şaşırma ya da halüsinasyona sebep olabilecek psikosomatik bir rahatsızlıktır.

SUSKUN-Bir Göbekli Tepe Efsanesi 3Onde as histórias ganham vida. Descobre agora