"Seni, Helin'e emanet ediyorum."

255K 8.5K 501
                                    

Uyandığımda saat 10'a geliyordu. Bir an tanıdık olmayan tavanı görünce şaşırdım, sonra aklım yerine gelince hatırladım, İzmir'de olduğumuzu.

Üstümdeki battaniyeyi tekme atarak üstümden fırlatıp kalktım, ebeveyn banyosuna geçtim, elimi yüzümü yıkadım. Açılmamış diş fırçası paketlerinden birini -tabiki pembe olanı- açıp, dişlerimi fırçaladım.
Sonra tekrar odaya geçip, makyaj masasının önündeki mor pufa oturdum. Jelatini hala üstünde olan nemlendiricilerden birini açtım, yüzüme sürdüm. Hemen ardından da çantamdaki makyaj malzemelerini çıkarıp ciddi manada hafif bir makyaj yaptım. Malzemeleri de makyaj masasına yerleştirdim sonra.
Puftan kalkarken üstümdeki giysileri gördüm. Dün akşam ergence utanma krizlerimden hemen sonra odadaki devasa dolabı kurcalamış, içinden etiketi üstünde duran pijamalardan grili-bordolu olanı alıp giymiştim. Ve evet, aynada biraz yana dönünce popomdan sarkan etiketi gördüm. Mükemmel!
Adamın bir lafıyla utançtan tüm akşamı odada geçirmiş, dalgınlıktan giydiğim giysinin etiketini koparmayı unutmuştum.
Kendime söylenerek üstümdekileri çıkardım, dolabın önüne geçtim.
Tüm giysiler renk ve tür sırasına göre dizilmişti. Hepsinin etiketi üstündeydi. Merak edip dolabın öteki tarafını açtım, aynı şekilde renk sırasına dizilmiş yaklaşık 50 gömlek, ve yine renk sırasına dizilmiş 20-30 adet pantolon asılıydı.
Tekrar kendi tarafıma geçip çekmeceleri açtım, Allah kahretmesin. İç çamaşırı çekmecesi diye bir gerçek var değil mi?! Soru bir;
Bu giysileri kim seçti?
İki;
Bu giysileri kim dizdi?
Üç;
Tolga bu dolabı kurcaladı mı?
Bu soruların cevaplarını düşünüp utanmayı azıcık erteleyip, bir alt çekmeceyi açtım. Grili pembeli bir taytı aldım, üstüne de yan tarafa dizilmiş uzun penye tişörtlerden pembe üzerine gri simli yazılı bir tanesini aldım.
Aldığım giysileri üstüme geçirdim, biraz daha rahat hareket edebilmek için dolabın üst kısmında asılı olan uzun hırkalardan gri olanı üstüme geçirdim. Dizime kadar iniyordu bu hırka. Böylece daha rahat hareket edecektim.
Saçlarımı da -Tolga'nın sevdiği şekilde- sağ omzumun üstünde topladım.
Dağınık yatağa baktım, yüzümü buruşturdum.
"Kusura bakma Helin, bu evde 13 tane hizmetçi yok.." Diye söylendim kendi kendime, ve yatağı toplamaya başladım.

Zor da olsa yatağı toplamayı bitirince odadan çıktım. İlk olarak mutfağa girdim, dolaptan sürahiyi çıkarıp büyükçe bir bardakla buz gibi bir su içtim. Sonra dolaba bir göz attım, kahvaltı kurma kararı aldım.
Çeşit çeşit reçel, zeytin ve peynirleri mutfaktaki masaya dizdim, tereyağı vs. gerekli şeyleri de koyup güzel bir sofra hazırladım. Ha bir de omlet yaptım, o da var. Ve tabiki Tolga'nın olmazsa olmazı; çayı demledim.

Evde ekmek olmadığını fark edince yüzümü buruşturdum. Tolga'ya söyleyeyim de alsın, diye geçirdim içimden.
Salona geçerken holdeki pofuduk terlikleri gördüm, krem rengindeydi, bildiğimiz tavşan şeklindeydi. Onları da geçirdim ayağıma. Ardından salona girdim.

L koltuğa uzanmış, sol kolunu başının altına koymuş, sağ kolu karnının üstünde. Kumanda da o elinde.
Evet evet, uyurken bile karizmatik.
Kıyamam ya, ben odaya kapanınca üstündeki giysilerle uyumuş bir de. Üstüne bir battaniye atmış sadece. Üşümüş müdür acaba?

Yavaşça yanına yaklaştım, bu sefer kaşlarına dokunmayacak, onu da uyandırmayacaktım, kararlıydım..

Bodrum'daki haline göre çok daha huzurlu uyuyordu. Kaşlarını çatmamıştı en azından.
Tolga'nın yattığı yerin yanında yerde bağdaş kurarak oturdum. Yerdeki halının desenlerini inceliyordum öylece..

Bodrum'dan bu yana hayatımızda nelerin değiştiğini düşündüm bir an, birbirimizin aileleriyle tanışmıştık başta. Sonra Cengiz Han gerçeğini öğrenmiştik, hemen ardından da Mehveş Hanım vefat etmişti. Şimdi ise buradaydık. Üç gün içinde tüm hayatımız değişmişti, sadece biz değişmemiştik. Hala Helin ve Tolga'ydık. Hala sevgiliydik. O hala aynı kıskanç adam, ben hala aynı çocuksu kızdım.
Tolga'nın olaylara karşı tutumu, değişmemizi önlemişti belki de. Her kötü olayı sinesine çekip, benim bu olayları sadece yüzeysel olarak görmemi sağlamıştı. Bu olaylar çok daha derindi, farkındaydım.
Ama doğrusu, gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordum. Mutlaka Tolga'nın bana anlatmadığı kısımlar vardı bu olaylar zincirinde, öğrenmemi istemiyordu. Belki de kaldıramayacağımı bildiğinden. Bu konuda ona minnettardım, bir yandan da kızıyordum. Bu kadar yükü tek başına taşımamalıydı.
Emin olduğum bir şey vardı, o da annesinin ölümüne yas tutacak vakti bile bulamayacağı bir tehditle karşı karşıya olduğumuzdu.
"Halı gerçekten bu kadar ilgi çekici mi?"
Tolga'nın sesiyle irkildim, ona döndüm. Sol kolunun üstünde doğrulmuş, sol elini de yumruk yapmış, başını yaslamış, bana sırıtarak bakıyordu.
"Ha?"
"Diyorum ki, yanında benim gibi yakışıklı bir adam yatmış uyuyor, benim kaşlarımla uğraşacağına halının iplerini çekiştiriyorsun."
Bodrum'daki olaya gönderme yapıyordu resmen.
Gözlerimi kısarak konuştum;
"Kaşlarınla öyle bir uğraşırım ki.. Ne olduğunu şaşırırsın."
Hemen ardından yaklaşıp yüzüne dokunmaya çalıştım.
Kahkaha atmaya başladı, yastıkla suratını kapıyordu.
"Kalkmazsan yarın sabah kaşsız uyanırsın, kalk!!"
Bir anda ciddileşip oturur pozisyona geçti, ciddi bir şekilde konuşmaya başladı,
"Helin, şunu bilmelisin ki, kaşlar yüzün tüm ifadesini oluşturur. Ve kaşları olmayan bir avukatı kimse dinlemez." Deyip kahkaha atmaya başladı yine. Bu sefer ben de katıldım ona. Ciddi bir şekilde söyleyince aşırı komik olmuştu.
Yan taraftan kaptığım kırlentleri tek tek suratına fırlatırken devam etti;
"Dava alamazsam, ileride aç kalırız bak sonra!"

Yarı'm #wattys2016Where stories live. Discover now