"Kaprisini sevdiğim.."

183K 5.6K 173
                                    


"Ya evladım sen altı aylık bir bebeksin bu ne cüsse yaa?!" Diyordum, aynanın karşısındaki yansımama bakarak.
Tamam biraz komik olabilirim. Yani, iç çamaşırlarıyla ayna karşısına geçip karnındaki bebeğiyle kavga eden kaç kadın vardır benim gibi bilmiyorum. Ama Cengiz'e hamileyken 6'ıncı ayda bol bir şeyler giydiğimde kimse hamile olduğumu bile anlamıyordu. Ama şuan, karnımda koocaman bir bebekle gezdiğim iki kilometre öteden anlaşılıyor.
Tolga'nın ilk hamileliğimde söylediği 'Kürdana zeytin batırılmış.' Görüntüsünü asıl Ahmet'te yaşıyor ve şuan bana batırılan zeytinin hormonlu falan olduğunu düşünüyordum.
"3 ay sonra kapılardan geçemeyeceğim sanırım.. Beni balkondan falan çıkarırlar evden. Hatta arabaya da sığmam Tolga şu Vito'yu çıkarır garajdan onunla gezeriz.."
Üst kattan bir kahkaha duyunca yerimden sıçradım. Tolga kendi giyinme odasından benim katıma inen merdivenlerine oturmuş, kahkahalarla gülüyordu. Bana güldüğünü söylememe gerek yok değil mi?

"Gülme! Senin suçun zaten!"
"Hobaa! Nerden ben suçlu oluyorum?"
"Sen deyip durmuyor muydun beraber yaptık beraber yaptık diye?! Sağlıksız sağlıksız beslen, sonra tüm hormonlu spermleri gönder, karın olsun balina gibi!"
Bir kahkaha attı,
"Gün boyu aynı yemekleri yiyoruz Helin?"
Göz devirdim.
"Sus konuşma! Hem suçlu hem güçlü! Bu çocuk kaç kilo çıkacak Allah aşkına? Bence 5-6 vardır yani. Neyse ki sezaryen yapacağım. Ay bir de normal olsa?! Hiii! Masada kalırdım!"
"Doğru konuş bacaklarını kırmayayım Helin. Ayrıca kendi oğlumuzun doğum gününe geç kalmasak iyi olur değil mi? Giyin çabuk!"

Göz devirip söylenerek abiyelerimin olduğu dolaptan pembe, straplez, kenarları tüylü, bolca da tüllü, yere kadar uzanan elbisemi alıp giymeye başladım. Sırtını kapatmaya hiç uğraşmadım bile. Kapatamayacağım belliydi çünkü. Ayrıca ayakkabılarımı da giyemiyordum çünkü ayağıma ulaşamıyordum neredeyse.
Krem renkli, diğer topuklularıma nazaran daha az topuklu ayakkabılarımı da alıp Tolga'nın katına çıktım. Saçlarımı birkaç saat önce kuaföre yaptırmıştım. Hareketli fön en idealiydi bu elbise için..
Hafif makyajımı da gelince yapmıştım..
Bunları düşünürken takılarımı unuttuğumu farkedip ayakkabıları Tolga'nın katına fırlatıp aşağıya indim.
Kendi düğünümde babamın taktığı elmas kolyeyi aldım, onu da kendim takmayacaktım. Tamam biraz Tolga'ya pislik olsun diye yapıyordum. Ama bu hamileliğim diğerinden kat be kat daha ağır geçiyordu, bu da bir gerçekti şimdi..
Herneyse, beştaşımla tek taşımı da taktım, demek isterdim ama elime olmuyorlardı ki..

Bedenen görüntü olarak neredeyse hiç kilo almamıştım. Aksine zayıflamıştım. Bacaklarım kollarım kürdan gibiydi. Ama ellerim ve ayaklarım kısmen şişmişti. Ayakkabıları da 37-38 yerine 38-39 giymeye başlamıştım.
Bu çocuk uzaylı falan mıydı acaba.. Garip reaksiyonlar oluşuyordu böyle..?

Bileğime pırlanta bir bileklik takıp çıktım yukarı. Tolga çoktan giyinmişti. Kol manşetlerinin açık olduğuna yemin edebilirdim, ama daha önemli işlerim vardı şuan.
Beni görünce sırıttı,
"Gel bakalım.."
"Sırıtma!"
Dudaklarını bastırdı, elimden tutup arkamı döndürüp sırtımdaki fermuarı kapattı, konuştu;
"O straplezin hizasının aşağıya kaydığını görürsem hamile falan dinlemem vururum."

Göz devirdim. Tolga'yı böyle ikna etmiştim elbisemi diktirirken. 'Aşkım straplezin hizasını yukarıda yapacağız valla meme falan görünmeyeceek!'

Elimdeki kolyeyi taktıktan sonra boynuma bir öpücük bırakıp, elimden tutup pufa oturttu.
O ayakkabılarımı giydirirken ben mızmızlanıyordum.
"Şiştim Tolga valla öküz gibi oldum. Hayvanat bahçesine bırak türünün son örneği gergedan diye koruma altına alırlar beni! Yüzüklerim bile elime olmuyor. Hamile kaldığımda 40 kiloydum şuan 63!"
Başını kaldırıp sert bir bakış attı, sonra gülümseyerek konuşmaya başladı;
"Ne kadar güzel göründüğünün farkında değilsin değil mi?"
"Çok güzel bir su aygırıyım evet."
"Helin, abartıyorsun. Ayten Hanım'la günde bir saat bu konuyu konuşup hala nasıl buna kafayı takabiliyorsun anlamıyorum. Kendine bir baksana. Kolların, ayak bileklerin, bacakların hala eskisi gibi incecik. Emin ol şişsen ilk ben anlardım güzelim." Deyip arsızca göz kırptı.
Dişlerimin arasından mırıldandım,
"Topuğu yiyeceksin kafana şimdi."
Sırıtıp ayağa kalktı, kollarını uzattı. Gülümseyip kol düğmelerini takıp ilikledim,
"Saat takmayacak mısın?"
"Karar veremedim." Dedi, elimi uzattım, kalkmama yardım etti. Saatlerinin olduğu çekmecenin önüne gittik, çekmeceyi açtım.
Tolga'nın üstünde lacivert bir takım vardı, bu yüzden taba rengi, deri kayışlı bir saati gösterdim,
"Bu."
Başıyla onaylayıp saati taktı,
Beraber odadan çıktık.
Cengiz'in odasına girdiğimizde beyefendi babasının kendisine geçen hafta getirdiği kendi kendine dönen trenin raylarının içine oturmuş, tren nereye giderse onu izliyordu.
Göz devirdim,
"Ben sana dedim bu oyuncak oğlumu salak eder diye!"
Bir kahkaha attı,
"En fazla ne kadar salak olabilir ki? Senin ve benim çocuğum sonuçta."
"Ay zekamı o kadar övmüyorum açıkçası sevgilim. Ama senin zekan bu velede yeter de artar bile zaten."
Bir kahkaha attı,
"Ne diyeceğim, Ahmet Han da doğsun da sünnetlerini yaptıralım, aradan çıksın."
"Çocuklarımı kesme planlarını sonraya bırakır mısın?!"
Sırıtıp Cengiz Han'ı kucağına aldı. O şapşirik lacivert takım elbiseyi babamız özel olarak diktirmişti, bir oğluna, bir kendine..
Elimi içgüdüsel olarak karnıma götürdüm,
'Tosunum, doğ da bir lacivert takım elbise de sen giyiver..'

Yarı'm #wattys2016Where stories live. Discover now