"Çok teşekkür ederim!"

164K 6.2K 185
                                    



Sinirden birkaç saat ağlayıp, sonunda yorgun düşüp uyumuşum.
Kapının açılma sesiyle uyandım. Elinde bir tepsiyle Fatih girdi içeri.
"Günaydın. Kahvaltını yap." Dedi.
"Aç değilim."
"Düğünden beri kilo veriyorsun, yüzün çöktü."
"Sana ne?"
Lafımı umursamayıp elindeki tepsiyle yanıma oturma gafletinde bulundu. Çığlığı bastım.
"Pis herif! Uzak dur benden! Yemiyorum! Yemeyeceğim! Anladın mı! Ye-me-ye-ce-ğim! Sok bunu aptal kafana!"
"Sen bilirsin." Deyip yanımdan kalktı, tepsiyi de alıp odadan çıktı. Bana kalan da kapı kilidinin sesi ve pencereden görünen ormanlık alan oldu..

Oturduğum yerde korkmaktan daha çok sıkılıyordum.
"Başlayacağım Amerika'na Tolga. Gitme dediysem bir şey biliyorum, değil mi? Bak yine geri geliyorsun. Valiz hazırladığımla kaldım.."
Kendi kendime konuşurken komik olduğumun ben de fakındaydım ama gerçekten Tolga'yla konuşuyormuşum gibi oluyordu.
"Canıma değsin. Oh. Babam da gününü görecek. Hah! Bir daha beni burada bırakıp karşı tarafa bile geçemezsin. İçimin yağları eridi.."

Aklımı kaybediyorum sanırım, diye düşündüm. Birkaç saatte Tolga'yı deli gibi özlemiştim.
Bu düşünceyle gözlerim doldu. Salak herif yüzünden sulu gözün teki olup çıkmıştım..
Parmağımdaki yüzükle oynadım.
"Ne olur gelse artık.." Diye mırıldandım.

Başımı kanepenin kenarına yaslayıp tekrar gözlerimi kapattım..

-----------

Büyük bir gürültüyle uyandım. İlk başta ne olduğunu anlayamasam da, sonradan kapı sesi olduğunu anladım. Tam bunu idrak ettiğim sırada bağırış çağırışları duymam, hemen ardından da benim olduğum odanın kapısının kırılması bir oldu.
Şaşkınlıkla bakarken kapıdan içeri giren tanıdık gölgeyi görünce gözlerimden yaşlar istemsiz olarak akmaya başladı.
Yanıma yaklaşıp kaskatı olmuş suratıyla ellerimdeki ve ayaklarımdaki ipleri çözdü ayağa kalkmama yardımcı oldu. Uzun süredir oturduğum için dizlerim uyuşmuştu. Dengemi sağlayamayınca sıkıca tutundum ona.
"İyi misin?" Dedi, şefkatli çıkarmaya çalıştığı, ama sinirden normal çıkmayan sesiyle..
"İyiyim.." Diye mırıldandım.
"Helin.."
"Hı?"
"Dokundu mu sana?"
"Ha?"
"O pislik sana dokundu mu?"
Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır.." Yüzünde az da olsa bir rahatlama ifadesi gördüm.
"Bana söyleyebilirsin.." Dedi anlayışlı sesiyle. Dili böyle söylüyordu ama gözleri,
'Söyleme, öyle bir şey varsa duymayı kaldıramam.' Der gibiydi.
Gözlerinin içine baktım,
"Söyleyebileceğimi biliyorum." Dedim.
Gözlerindeki tedirgin ve sinirli bakışlar geçmemişti.
"Betin benzin atmış.."
"Grip oldum sanırım, ondan.."
"Seni arabaya bırakayım, benim burada ufak bir işim var." Diye konuştu, dişlerinin arasından.

Üstündeki ceketi çıkarıp bana giydirdikten sonra odadan çıktık, büyük holden geçerken Özkan ve Vural'ı gördüm. Yanlarında birkaç öküz gibi koruma, ve tam ortalarında, ağzı burnu kan içinde kalmış Fatih.
Bizi görünce durdular, kan görmek midemin bulanmasına sebep olmuştu, başımı başka bir tarafa çevirdim.
"Tolga, bu piç kurusunu ne yapalım?" Diye konuştu, korkutucu derecedeki soğuk sesiyle Özkan.
Bu çocuğu sürekli komik, eğlenceli az biraz da çapkın görüp duyardım. Şimdi bu kadar sinirli, korkutucu oluşu tüylerimi diken diken etmişti.
Vural'ın da ondan geri kalır yanı yoktu şuan.
Ama en korkunçları, Tolga'ydı. Tereddütsüz, ürkütücü bir sesle konuştu;
"Ellerini ve ayaklarını bağlayıp depoya götürsünler." Sonra belimdeki elini çekti, dönüp baktım, Fatih'e yaklaştı, karnına bir tekme geçirdi.
Ufak bir çığlık kopardım.
"Kolay ölmene izin vermeyeceğim şerefsiz! Kimin karısını kaçırdığının farkında değilsin!" Diye kükredi, Tolga.
Hızını alamayıp Fatih'in tam burnuna da bir yumruk attıktan sonra yanıma geldi, kolumdan sertçe tuttu, arabaya gittik.

Yarı'm #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin