"Ben artık sen olmuşum.."

224K 7.6K 336
                                    


"Çok teşekkür ederim. Çok çok çok teşekkür ederim!"
Ellerini belimde hissettim.
"Adamı adam yapan sözüdür, demiştim."
Kollarımı daha da sıklaştırdım, kulağına fısıldadım,
"Sana aşık olmak, hayatımda yaptığım en akıllıca şeydi."

"Sana aşık olmak, başıma gelen en güzel şeydi.." Dedi. Benden daha iyi cümle bulmuştu, gıcık.

Ağlayıp zırlama fasıllarım geçince biraz daha yürümüş, bir kafede oturmuş, akşamüstünü getirmiştik. Kafeden kalkıp arabaya gidince artık otele gideceğimizi düşünüyordum ama o arabayı Şanzelize'ye doğru sürdü. Şaşırmış bir şekilde dönüp baktım;
"Bu sefer nereye gidiyoruz?"
"Alışverişe."
Tabi ya, alışverişe gidecektik. Şanzelize Caddesi, Paris'in en ünlü caddesidir, dünyaca ünlü markaların dükkanları ard arda dizilidir burada. Paris'e her gelişimde mutlaka uğradığım bu cadde, Tolga'yla geldiğimden midir nedir, bu sefer aklıma bile gelmemişti.

Arabayı otoparklardan birine bırakıp yürümeye başladık. Cadde kuzey ve güney yakalarından oluşuyor, eskiden kuzey yakasında daha pahalı markalar, güney yakasında ise daha hesaplı markalar bulunurmuş. Ancak şuan buralarda sadece dünya devlerinin şubeleri var.

Tolga'yla alışveriş nasıl mıydı? Ölüm gibi.
Mesela, Dior'da bir elbise denedim, kırmızı, sırt dekolteli şahane bir şey. Kabinden çıktım, Tolga kabinlerin karşısındaki büyük kadife koltuğa oturmuş, yayılmış.. Ben çıkınca bana bakıp gülümsedi,
"Nasıl olmuş?"
"Şahanesin."
Tam arkamı dönüp kabine geçiyordum ki;
"Heliğğn!" Diye bir böğürme sesi..
"Noldu aşkım?" Diye döndüm sevimli sevimli..
"Sırtı da güzelmiş, sadece benim yanımda giyersin, al sevgilim."
Sinir!
Sonra Valentino'ya geçtik, kaşe güzel bir kaban, içine de mini bir elbise denemiştim. Kabinden çıktığım gibi içeri soktu;
"Çabuk içeri..." Diye tıslayarak..
"Noldu yaa?!"
"Altını giymeyi unutmuşsun." Deyip çıktı.
Aa tabi, bir de Chiristian Loubouttin maceramız var. CL'in yeni çıkardığı şeffaf stilettolardan almak için girdik içeri, koltuklardan birine oturup görevlinin söylediğim ayakkabıyı getirmesini bekledim. Görevli geldi, önümde diz çöküp ayakkabının bir eşini giydirmeye başladı. Tolga ayakta, bir ayağını ritmik bir şekilde yere vuruyor.. Adam birini giydirip ötekine geçince Tolga Fransızca olarak;
"Denmesine gerek yok, paketleyin!" dedi, ya da bağırdı mı demeliyim. Görevli korkuyla ayakkabıları aldı, paketleyip getirdi.
Herif tam anlamıyla manyak ya. Açıklaması yok bunun..

Oradan da çıkıp Burberry'e geçtik. Tolga'nın gösterdiği ve tam anlamıyla şaheser olan bir trenchi deniyordum. Kabinden çıktım,
"Nasıl olmuş?"
"Beğendim." Dedi, çarpık gülümsemesiyle..
Görevliye dönüp, paketlemesini söyledi yine.
Benim trenchim paketlenirken erkek kısmına bakmaya başladım. Tolga'nın yanında çok giysisi yoktu, bir şeyler almak lazımdı.
Fırsat bu fırsat Helin, diye düşündüm. Beğendiğim tüm gömlekleri elime aldım, bir kabine bıraktım. Tolga'yı da kabine tıktım, beklemeye başladım.
9 tane gömlek denemişti, dokuzunu da evladım gibi sevmiştim, o yüzden hepsini paketlenmeye gönderdim. Sonra Tolga'ya kabinden çıkmamasını tembihleyip birkaç trench, kaban, atkı ve kemer getirdim. Teker teker hepsini denedi. Artık isyan eder hale gelmişti.
"Helin, beğendiklerini söyle, direk paketlesinler, denemek zorunda mıyız ya?"
"Tabi zorundasın! Belki o renk tenine gitmeyecek, ne biliyorsun?"
Biz böyle laf dalaşına girdiğimiz sırada kabinden dik yakalı bir ceketle çıktı. Allahım yok böyle cazibe. Elimle arkasını dönmesini işaret ettim, ceket mükemmel dumuştu. Tam o sırada yakasının katlandığını gördüm, düzeltmek için kalktığım sırada mağaza görevlisi kızlardan biri şak diye atlayıp Tolga'nın yakasını düzeltmeye başlamasın mı! Hadi Helin, sen Asude Karalar'ın kızısın!
Bilerek işi uzatan görevli kızın yanına gittim. Bu sırada aklınca ceketin omuzlarını düzeltiyordu.
Resmen Tolga'yla kızın arasına girdim, sol elimle -evet evet o dana gözü kadar olan yüzüğümü görsün diye yaptım- ceketi bir güzel düzelttim, elimi Tolga'nın göğsünden çekmedim, o da bir elini hafifçe belime koymuştu zaten..
Ona sıcak bir gülümseme atıp, pozisyonumu hiç bozmadan, bize mal mal bakan görevli kıza döndüm, kıskançlıktan çatladığı ortadaydı. İğrenç boyanmış sarı saçları ve düğmelerini resmen göbeğine kadar açtığı gömleğiyle bir şeye çok benziyordu.. Neyse söylemeyeceğim.
Yaka kartına uzandım, Carole yazıyordu. Fransızca bir şekilde konuştum,
"Carole.. Bayan reyonuyla ilgilenmeye ne dersin tatlım?"
Söylediğim gibi bozuk bir bakışla, kaçarcasına çıktı reyondan. Herneyse.
Tolga'dan uzaklaştım, kollarımı göğsümde kavuşturdum.
Dudaklarını birbirine bastırmış, gülmemek için tutuyordu kendini.
"Sakın güleyim deme! Ben başında olmadığım zamanlarda gelen geçen yakanı başını düzeltme bahanesiyle içine mi düşüyor senin?!"
Yanıma yaklaştı, göğsümde kavuşturduğum kollarım yüzümden ellerimi tutamamıştı, bu yüzden belime yerleştirdi ellerini.
"Sakin ol. Hem, giysilerimi deneyerek almak huyum değildir. Biraz fazla tepki vermedin mi?"
"Kusura bakma canım! Sözlüme elin Fransız bir şeyi sarkarken kocaman deri koltuklarda bacak bacak üstüne atıp izlemek huyum değildir."
Gülümsedi,
"Çok kıskançsın."
"Çok gıcıksın."
"Sen de çok gıcıksın."
"Bir de gıcık oldum yani? Git Carole giysi seçsin sana! Git hadi!"
Bu sefer bariz bir şekilde sırıtıyordu;
"Çok güzelsin."
Allah seni ne etmesin Tolga! Yapma şunu ya! Al işte, şeker pancarına dönücem yine. Of! Sinir herif!
Ellerinden hızla kurtulup deri koltuğa geçtim tekrar.
"Sıradakini giy."
"Başka yok."
"Gidelim o zaman."
"Öyle olsun bakalım.."

Yarı'm #wattys2016Where stories live. Discover now