68. Bölüm: Kol Saati

83 63 270
                                    

"Siyah olanını içime hapsetmek isterken kalan beyazların bana daha çok benzediğini fark ettim

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

"Siyah olanını içime hapsetmek isterken kalan beyazların bana daha çok benzediğini fark ettim."

***

Burak'ın İtalya'ya gitmesine birkaç gün kala son işlemler ve hazırlık için doldurulması gereken belgeleri incelerken Açelya odasında annesi ile konuşuyordu. Tam o sırada mailime bir haftadır ekipçe üzerinde çalıştığımız projenin son hali gelmişti. Dinlerdirici gözlüğümü gözüme biraz daha yaklaştırırken heyecanla dosyayı indirmeye koyuldum. Fakat o ande evin içinde benden daha heyecanlı birisi vardı. Açelya'nın sevinç çığlığı olmasını dilediğim sesleri kulağıma kadar geliyordu. Aldırmadan açılan projenin son halini gözden geçirmeye başladım.

Aynı zamanda Sinan Bey'in mailine de ulaşan proje şuan ikimizin ortak kararı halinde inşaat firmasına teslim edilecekti. Üstü kapalı bir inceleme yaptığımda hiçbir eksiğin olmaması bnei sevindirmişti çünkü bu proje benim için bir hayli önemliydi. Eğer buradaki fikirlerim beğenilirse mesleğimi, verdiğim bir söz üzerine kullanacaktım. Bunun heyecanı içimi kıpırdatırken tam iki yıldır üzerinde çalıştığım çizimler aklımın bir köşesinde belirdi ve omuzlarım heyecanla havalandı. Kendimi sakinleştirdikten sonra ise incelemeye devam ettim.

Proje hakkındaki karar yarın sabahki toplantıda verilecekti. Yorulduğumda akşamın ilerleyen saatlerinde devam etmek üzere masadan kalktım ve gözlüğümü çıkarıp bilgisayarımın yanına bıraktım. Aheste adımlarla mutfağa ilerledim. Açelya'nın biraz önce demlenmeye bıraktığı bitki çayından bir yudum alıp tadına baktım ve ne bitkisi olduğuna bakmaksızın alıp tekrardan oturma odasına geldiğimde saatlerdir kanepe ile minderi arasında sıkışıp kalmış olan telefonumu aldım ve rahat bir pozisyonla koltuğa yerleştim.

Bir yandan kokusuyla yatıştığım çayı içerken diğer yandan dışarıdaki sağanağı dinliyordum. Huzurlu bir akşam olmasını dilerken telefonumda Çiğdem'den gelen bildirimleri gördüm. Çay fincanımı sehpanın üzerine bıraktıktan sonra istemeye istemeye de olsa mesajlarına baktım. Büyük bir sıkıntıyla sızlanırken sandığımdan daha da erken kalkmam gerektiğini anladım. Telefonu olduğu yerden hiç çıkarmamış olmayı, zamanı biraz olsun geri almayı dilerken sehpanın üzerinde duran çayımı aldım ve yağmur ve soğuk rüzgara aldırmadan balkona çıktım.

Şehir kalabalıklığından ödün vermezken korkuluklara tutunan parmaklarımın ıslanmasıyla irkildim. Yağmış şiddetini arttırmış, şimşeklerle uyumlu bir şekilde toprakla buluşmaya başlamıştı. Bir adım geriye atacakken kendimi durdurdum ve bunun yerine ıslanabileceğim bir noktaya geçtim. Bu durum bana günler önce Deniz ile köprü altındaki dansımızı anımsatmıştı. Yüzümde sakin bir tebessüm oluşurken gözlerim tekrar bulutlara kaydı.

Siyah olanını içime hapsetmek isterken kalan beyazların bana daha çok benzediğini fark ettim. Siyahlar doluydu, yeryüzüyle buluşmayı bekleyen onca yağmur damlasını tam göğsünün ortasında taşıyordu. Ama beyazlar öyle miydi? Beyaz olanlar olabildiğine akıtmışlardı içindekileri. Ne bir damla göz yaşları ne de göze hitap eden siyahlıkları vardı. Ömürleri bir rüzgara yazılmıştı. Dağılmamak için bir çabaları ise yok gibiydi, sanki en ufak bir esintide yerle bir olacaklardı. Umursamazdı beyaz bulutlar, aynı benim gibi. Belki de bu umursamazlık bu hale getirmişti. Belki de bu yüzden ömürleri tek bir esintinin esiriydi.

MOR MENEKŞEWhere stories live. Discover now