30. Bölüm: BİTMİŞTİ

1.9K 125 29
                                    


                                        🤍

Tüm hayatım boyunca taptığım söz, her daim beni ayakta tuttu. Gücümü o sözden alıyor, gücümü o söz ile taze tutuyordum. Karanlığın içinde kendi aydınlığımı yaratmıştım, fakat unuttuğum bir şey vardı; beyaz siyahın karanlığına dayanamazdı. Ben, aydınlığın gücü karanlığa yeter sanıyorken bile karanlığın ortasındaydım. Kendi aydınlığımı yaratıyorken, karanlığın tam ortasındaydım. Siyahın beyazı yuttuğu gibi, beyaz siyahı yutamıyordu. Karanlık aydınlığı örtebiliyorken, aydınlık karanlığı örtemiyordu. Siyahın penceresi kapkaranlıkken, beyazın penceresi apaydınlıktı. İki farklı pencereden bakan insanlar, apayrı şeyleri görürlerdi. Alışkanlıklar vazgeçilemez olurdu bir süre sonra... Kopamadıkça hüküm ederlerdi. Ateşin suyun soğukluğuna dayanamadığı gibi, beyaz da siyahın karanlığına dayanamazdı. Zifirideki beyaz nokta olarak kalmak istemen, beyaz olduğun anlamına gelmez. Tıpkı siyah pencereden bakanların seni leke olarak gördükleri gibi. Sen kendine beyaz dersin, ama onlar leke derler. Sen, başardım dersin. Onlar ise, karanlığa hapis oldun derler. Zamanla anlarsın karanlıkta doğanların karanlıkta öldüklerini. Ya da saç teli karanlığa değenin karanlığa hapis olduğunu. Bataklığa battığında çıkman için bir imkan vardır, fakat karanlığa bir adım attığında çıkmam imkansızdır. Beyaz pencereden bakanlar siyah bir leke gördüklerinde tedirgin olurken, siyah penceredekiler beyaz lekeyi gördüklerinde umursamazlar. Herkesin bildiği bir kural vardı, kimi inanmak istemezken, kiminin koşulsuz inandığı o kural: siyah beyazı yutar.

Koridorda yankılanmayan topuk sesimle beraber omuzlarım düşmüştü. Tüm gözler bir lekeymişim gibi bana çevrilmişti. Siyaha değen beyaz leke... Kafamı dik tutamadım. Önüme eğdim. Boynum büküldü. Bu bir kabulleniş miydi? Yoksa vazgeçiş mi? Elimi terletmekte kalmayıp titreten kâğıt, canımı öyle bir yakıyordu ki içimdeki ateş alevleniyordu. Her şeyin başladığı yerdeydim. Beyazlığıma attığım, aydınlığıma attığım ilk adımda. Güneş gibi doğmamın tek kanıtında. Terleyen avuç içimi kapıya vurdum. Gururla vurduğum kapıya, boynum, omuzlarım eğik vurdum bu kez. Komutu duyduğumda içeriye girdim. Koltukta oturan adamın bakışları bana değince şaşkınlıkla kaşları çatıldı fakat elimdeki kağıdı görmesiyle bakışlarına gurur, gülümsemesine güven eklenmişti.

"Sena savcım," dedi, ayaklanarak. "Bitti değil mi?"

Bitmişti. Benim aydınlığa olan inancım, benim beyaza olan güvenim, benim sözüm bitmişti... Taptığım, inandığım, güvendiğim söz bitmişti. Benim pencerem kapanmış, önüne siyah bir perde çekilmişti. Siyah beyazı yutmuş, leke küçücük noktaya dönüşmüş, karanlık aydınlığı yutmuştu. Ateşin suyun soğukluğuna dayanamadığı gibi, aydınlık da zifirinin karanlığına dayanamamıştı... Evet, bitmişti. Hayatla olan bağım bitmişti. Bileklerime sıkı sıkı bağladığım ipler, bileklerimi kangren yapmışlardı. Penceremi kapatan siyah perde, beni karanlığa mahkum etmişti. Yabancıydım, karanlığa hapis olan bir aydınlıktım. Karanlığa, siyaha çok yabancıydım.

Masaya yaklaşıp elimi terleten kağıdı masaya bıraktım ve büyük adımlarla çıktım odadan. Her şeye şahit olan bu koridorlar, siyahın beyazı yuttuğuna da şahit olmuşlardı. Sessiz, üzerimdeki leke ile çıkıyordum aydınlığımın ilk yerinden. Bu adliye koridorları bu kez kazandığıma değil, kaybettiğime şahit olmuşlardı. Son basamağı inip döndüm aydınlığa. Buraya ilk gelişim, ilk heyecanım gibi bakamadım bu koca binaya. Bu kez utançla, son gelişimle baktım. Bitmişti...

Sinan, benim için arabayı açmıştı fakat onu es geçip kendi arabama bindim ve ayrıldım aydınlığımın bahçesinden. Elimde ne bir söz, ne bir hayat, ne de tutunabileceğim bir dal kalmıştı... Sanırım bu kez bitmişti... Bu kez kendimi kandıracağım bir oyun da yoktu, yalan da. Elimde kendimi avutabileceğim hiçbir şey yoktu. Kendimi tutamayıp güçlü bir çığılık atınca kendime olan öfkemi ağlayarak kusmuştum, kan kusarcasına. Avuç içlerimi var gücümle direksiyona vurdum. Öyle bir yerdeydim ki nerede olduğumu bile bilmiyordum. Karanlıkta mıydım? Aydınlık zaten yoktu artık... Peki ben neredeyim? Nerede yaşayacaktım? Ne yapacaktım? Ben nasıl yaşayacaktım artık? Ne için? Tutunabileceğim hiçbir şey yokken, ben ne için yaşayacaktım? Hayatım bitmişti... Ben pes etmiştim. Sena Saygıner, pes etmişti.

GEÇMİŞİN İZİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin