84. Bölüm: HALAT OYUNU

934 77 128
                                    


Canlarım kusura bakmayın bölümü bu saate bıraktığım için, birkaç problem oldu wattpad'im ile alakalı. 🥺🫶🏻

Şu konuya değinmek istiyorum. Bölümü okuyan tahminen beş yüz kişiden, kırk beş veya elli kişi haricinde kimse oy vermiyor... Yorum deseniz birkaç kişi haricinde yapan yok. Bu bölüm aynı şekilde devam ederse sınır koyacağım bilginize...

                                        🤍

İtiraf etmek istemediğim, etmediğim ve asla etmeyeceğimi düşündüğüm o şeyi itiraf etmiştim. Kendimle beraber ona da etmiştim hem de. Kendime yediremiyordum, 'şimdi bu haldeysem, ben o kadar acıyı neden çektim?' demeden edemiyorum. Geçmiş geçmişte kalmıyordu, izler hep kalıyordu. Ruhumun en derinliklerinde geçmişin izi hep kalıyordu. O iz kapanmıyordu, kabuk bağlamıyordu... Acıtıyordu, çok acıtıyordu. Bir daha aynı şeyleri yaşamamak için aynı şeyleri yapmamaya karar verirsin, ama işler planladığın gibi gitmiyor çoğu zaman...

Kalp gerçekten lanetti.

O organ lanetten başka bir şey değildi.

Hâlâ aynıydım. Tamam, kalbim eskisi gibi atıyordu evet ama ruhum eskisi gibi değildi. Bedenim eskisi gibi değildi; ben eskisi gibi değildim ve asla olmayacaktım... Bu acıtıyor muydu işte onu bilmiyorum. Kalbim düşüncelerimi avuçlayıp sıkıca tutuyordu ve bırakmıyordu. Kafamdaki şeytanlar yoktu, sesleri, çığılıkları, uyarıcı tonları; onlar yoktu. Niye? Olmalıydılar... Onlar bana yardımcı oluyordu, benim mantıklı düşünmemi sağlıyordu.

İki yıl, dokuz ay, yedi günün hasreti yedi saate sığar mıydı?

Kaç kez birbirimize karışmıştık bilmiyordum. Nefeslerimiz, inlemelerimiz, tenlerimizin seslerinin birbirine çarpış sesi tam yedi saat boyunca kesilmemişti. İyi miydim, yoksa kötü mü bilmiyorum.

Boynumun altından bir kolunu bedenime sararken diğerini de belimden sarmıştı. Çıplak tenlerimiz birbiri ile temas halindeydi. Sırtım göğsüne yapışık haldeydi, dudakları omuzumdaydı. İkimiz de yorgunduk, ikimiz de uyumuyorduk, ve ikimiz de konuşmuyorduk. Güneşin doğmasına henüz bir saat vardı.

"Niye konuşmuyorsun?" Dedim, saatler sonra ilk kez ben konuşarak.

"Kendini dinlemene izin veriyorum," sesi yumuşacık çıkmıştı. Dudakları omuzumdayken sıcak nefesi de bedenimi titretmişti. "Kendindesin. Hisselerinin farkındasın ve kendini dinlemeni dinliyorum."

Bir süre sessizlik oldu. Titrek bir nefes verdim. Güneş tahminimden erken doğmaya başlamıştı. Her zaman aynı saatte doğan güneş, bugün daha erken doğmuştu.

Yataktan çıkacakken kolları buna izin vermedi. Beni yavaşça kendine doğru çevirdi. Tamamen ona döndüğümde bakışlarımı kaçırıyordum. Asla gözlerine bakmıyordum, o ise tüm dikkatiyle yüzüme bakıyordu. Çenemi yavaşça kavradı ve gözlerimi gözlerine mühürledi.

"Neden bakireliğini kaybetmiş kız gibisin?" Hafifçe güldü. "Halbuki -daha- evliyiz ama..."

"Koşuya gideceğim." Dedim, ifadesizce.

Elini yanağıma yasladı. "Güneş daha yeni yeni doğuyor. Biraz bekle."

Dudaklarıma yaklaştığında elimi göğsüne bastırdım ve hafifçe kendimi geri çektim. "Yapma." Dedim, kısık çıkan sesimle.

Gözlerindeki parıldama bir anda sönerken, kaşları çatıldı. "Beni kullandın mı yani?" Sesinden ciddiyet akıyorken dalga geçiyordu. "Tek gecelik miydi?"

Sadece gözlerine baktım. Tebessüm edip alnımı öptü. Göğsündeki elim omuzundaki kurşun yarasına nedensizce ulaşırken kalbimi bir sızı ele geçirmişti. "Hiç acımadım, canım hiç yanmadı." Dedim, bakışlarımı kurşun yarasından çekmeden. "Bir an bile tereddüt etmedim." Neden canım şimdi yanıyordu?

GEÇMİŞİN İZİ Where stories live. Discover now