49. Bölüm: KISKANÇLIK

2.3K 90 34
                                    


Aniden bana bakınca hızla odadan çıkıp buradan uzaklaşmam gerektiğini hissettim. Bana yaklaşınca bir adım geriye gittim. Durdu. Durdum. Alayla güldü. Şaşkınca ona baktım. "Hoşlandın değil mi ondan?"

Verdiğim nefes yarıda kesildi. Kalbim atmadı. Dudaklarım şaşkınlıkla bir miktar açılmıştı. Ben... Ona gerçekten hissettirememişim. Sadece seni seviyorum demek yetmiyormuş demek ki. Boğazıma ansızın giren ağrı, burnumun direğini sızlatmış, burnumun direğindeki sızı da boğazıma dikenler ile barikat kurmuştu. Nefes almak mümkün değildi, yutkunmak da keza öyle. Söylediği şeyden bir an bile pişman olmamıştı. Arkasında durduğunu belli edercesine bakıyordu bana, omuzlarını dikleştiriyordu. Ben suçluydum o değil. Ona hissettirememişim demek ki... Kalbimde ondan başkasına yer olmadığını hissettirememişim. Kalbimin onun için attığını, ona ne denli bağlı olduğunu hissetmemiş.

"Ne?" Çıktı dudaklarımdan. Boğazım acımıştı. Nefes alamıyordum ama bu iki harflik bir kelimeyi çıkarmaya mecbur hissetmiştim kendimi.

"Hareketlerinden anladığım bu." Dedi. Bedenim kaskatı kesildi. Biraz da olsa pişman olmasını istemiştim. "Doğru olan da buy-"

"Sus," dedim. Sussun istiyordum. Sustu. "Sus... İleri gidiyorsun."

"İleri giden sensin!" Dedi, hiddetle. "O herif sana her yaklaştığında mesafeni koysaydın ne saçlarına dokunmaya cüret ederdi ne de sana hediye vermeye!"

Öfkeliydi. Böyle konuşması doğaldı. O, öfkelenince kendine hakim olamıyordu ben bunu biliyorum. Haklıydı da. İzin vermemeliydim.

Kafamı olumlu anlamda salladım ve odadan yavaş adımlarla çıktım. Konuşsaydım daha çok öfkelenecekti. Üzerimdeki şort takımını umursamadan aşağıya indim. Altay ve Nil'in bakışları bir yemmişim gibi bana çevrildi. Mutfağa ilerledim ve bir bardak soğuk su içtim. Bir tane daha. Bir tane daha. Ve bir tane daha...

Mutfağa giren Sinan'a çevrildi bakışlarım. Baş selamı verip elindeki pastane paketini masaya bıraktı ve çıktı mutfaktan. Saniyeler içinde bu kez Altay girmişti içeriye. Masaya oturup pastane paketini önüne çekti ve böreği açıp yemeye başladı. Kızmam gerekirdi ama ona bile halim yoktu, Altay da bu sakin halime şaşkınlıkla baktı.

"Çekinme lütfen, otur birlikte yiyelim." Dedi, karşısındaki sandalyeyi işaret ederek.

"Afiyet olsun."

Mutfaktan çıkacakken önümde belirdi. Sorarcasına ona baktım. "Hadi otur," dedi, içtenlikle. Kafamı anlamsızca salladım. Alay edercesine sırıttı. "Boğazımdan geçmiyor kızım."

Yüzümü bıkkınca buruşturdum. "Seninle uğraşacak halde değilim."

"Ama ben seninle uğraşacak haldeyim." Dedi, gülerken. Sabır çekip masaya oturdum. Böreği ortamıza koyup diğer çatalı da benim önüme bıraktı. Midem bulanıyordu. Böreğin kokusu bunu daha çok harlıyordu. "Ohoo sen böyle şu öküzün her dediğini takacak mısın?" Dedi, ağzına attığı kıymalı börekle. "Bana neler neler diyor. Sikimde değil."

"Beni kendine kıyaslama," dedim, ciddiyetle.

"Niye canım?" Omuzları kalkıp indi. "Sonuçta ikimiz de Emir'in gazabına uğruyoruz."

Sanki ikimiz de Emir'in karısıydık ve mutfakta oturup Emir'in dedikodusunu yapıyorduk. Neden kendini kuma ilan etmişti anlamıyorum. Bakışlarımı etrafa çevirdim. "Haklı mı? Çok mu yüz verdim Serkan'a?"

"Yani," dedi, düşünceli sesiyle. "Çok değil de... Verdin işte biraz. Maraz'ın davetinde başka adamın yanına gitmen dışardan farklı algılandı." Kaşlarım çatıldı. Gülümsedi. "Ben de diğer masadaydım. Size baktığımda baya bir samimi görünüyordunuz. Aranızdaki konuşmayı bilmiyorum ama sanki yıllardır birbirinizi tanıyormuş gibiydiniz."

GEÇMİŞİN İZİ Where stories live. Discover now