12.Bölüm "Deniz"

4.6K 554 43
                                    


Neler olduğuna anlam vermeye çabalıyorum, adımlarım yavaşlarken Pralin'nin önünde oturan Rodas, Deniz ve eğer karanlıkta doğru çıkarıyorsam geçen gün kafeden kibarca kovduğum adama bakakalıyorum. Deniz beni görünce hızlı adımlarla yanıma gelip elimi tutuyor. Eğilip saçlarını seviyorum, "İyi misin birt anem, hem ne işin var senin bu saatte burada?" diye sıralıyorum peş peşe. Deniz ise bana küskün bakışlar atmakla meşgul ve Rodas'ı bu hikayede bir yere koyamıyorum açıkçası. Üstelik benden gözlerini kaçırması hiçte hayrı alemet değildi. Deniz'in yanaklarına küçük birer öpücük bırakırken gözlerimiz buluşuyor nihayetinde. "Bunlardan hangisi senin baban?" diye soruyorum bu kez gülümsemesi için. Oluyor da, yüzünde hınzır bir gülümseme belirirken saçlarını karıştırıp "Kıvırcık olan..." diyor. Demek ki meşhur şam babamız bu beyefendiydi. Asıl soru şu ki Rodas bu adamı nereden tanıyordu?

Deniz'in elinden tutup kafenin önüne doğru ilerliyorum. "Beyler?" diye sesleniyorum gözlerimi ikisinin üzerinde gezdirirken. Ancak Deniz'in babası erken davranıp bana elini uzatıyor.

"Umarım beni hatırlamıyorsunuzdur çünkü tanışmamız pek de hoş olmamıştı." diyor işi şakaya vurmak için ama sahte sahte gülümsemekle yetiniyorum tüm bunların üstüne.

"Malesef, hatırlıyorum."

"Pekâlâ, o zaman Ozan ben. Deniz'in babası." diye bir kez daha kendini tanıtıyor ama havada kalan elini sıkmamakla kararlıydım. Bu sırada gözüm hâlâ sessizliğini koruyan Rodas'a takılıyordu. Artık tuhaf bir arkadaşlığa dönüşen ilişkimize nazaran başımı hayırdır dercesine sallıyorum ama kararsızlıkla elini siyah saçlarına daldırmakla yetiniyor. Bu durumdan iyice sıkılınca "Eee,"diye sızlanıyorum. "Bu saatte ne arıyorsunuz burada?"

"Seni görmek istedim Parla." diye haykıran Deniz'e döndüğümde gülümsemeden edemiyorum tabi ki. Onlardan ses çıkmayacağını anladığımda çantamdan anahtarımı çıkartıp kafenin kapısını açıyorum. Arkamdan gelen bu tuhaf üçlünün arasında olan bu şey her neyse epey dikkatimi çekiyor doğrusu. Işıkları açıp kafeyi aydınlatınca Deniz'in babasına olan benzerliği beni gülümsetiyordu. İnce ceketimi çıkartıp portmentoya asıyor ve tezgahın arkasına geçip Deniz'in heyecanlı bakışlarına kaçamak bir öpücük gönderiyorum. Elbette onu mutlu edecek şeyi çok biliyordum, küçük birer çikolata topu iş görecektir her zamanki gibi. Hemen, süslü bir tabağa birkaç küçük çikolata topu koyup Deniz'in her zaman oturduğu masaya bırakıyorum. Ozan ve Rodas ise biraz sıkıntılı bir halde kapıya yakın, Deniz'e uzak bir masaya oturuyorlar. İçimdeki terapist damarlarımda gezinirken ısınan suyu bardaklara boşaltıp kahveleri hazırlıyorum. Yanına bir tabak da portakallı çikolata almayı ihmal etmiyorum elbette. Bunlar Rodas için kötünün iyisi olan, yerken en az mızmızlandığı çikolatalarım nasıl olsa. Ozan'ın yanında yüzün sallandırmaz diye umuyorum.

Rodas'ın yanındaki sandalyeye oturup önce Deniz'i kontrol ediyorum. Ancak küçük beyin keyfi pek yerinde değildi, önündekileri şimdiye kadar silip süpürürdü yoksa. "Deniz iyi mi?" diye soruyorum gözlerim üzerinde gezerken.

"Pek sayılmaz."diyen ise Rodas'tı. Bakışlarımız buluşunca dayanamıyorum ve "Sen Deniz'i nereden tanıyorsun?" diye soruyorum fısıldarcasına. Gülümsemesi fazla politik bir hal alınca önümdeki kahveye yöneliyorum cevap alamayacağımı zannedip. Gereksiz bir soru mu oldu diye düşünürken Ozan'ın bakışlarını üzerimde yakalıyorum. Muhtemelen istemeden de olsa tehditkar bir bakış atıvermiştim ona, nitekim gözlerini kaçırıp o da kahvesine döndü sonunda."İnci'nin işleri uzadığı için birkaç gün sonra gelebilecek ve Deniz bu durumu biraz yanlış anladı. Biz ne kadar durumu anlatmaya çalışsak da seni görmek istedi."

Bay R'nin Kadınları Where stories live. Discover now