32.Bölüm "İnanmaya İhtiyacım Var!" (Part 1)

3K 407 25
                                    

MM- The Moody Blues ; Melancholy Man ,

***

Şimdi öfkesine sığınacağım Parla'yı arıyorum en derinlerimde. Ona öylesine ihtiyacım var ki ayakta kalabilmek için, kendime bile şaşırıyorum bu aralar. Uyuyorum, uyanıyorum ama Rodas yok. Ellerimi özlemli sızılar sarıyor elbette, dudaklarımı da öyle. Oysa bedenim alev alıyor düşündükçe, ama ardından gelen buğulu gözyaşlarına sığınıp yok ediyorum tüm bu düşünceleri zihnimden. Yine de bana ait diyebileceğim kadar sahiplendiğim kalbinin sesini işitmek için can atıyorum bazı geceler, tenimde nefesini arıyorum umarsızca. Sonra kızıyorum kendime aptal olma diye.

Hınçla Brenda'yı alıyorum bu gece karşıma. Teninde, ellerinde gördüğüm her şeyi bir kez daha okumaya çalışıyorum ama kırgınlığım galip geliyor ne olursa olsun, canım yana yana kıskanıyorum onu. Gördüğüm kadınlar ve hikayeleri gitmiyor gözümün önünden. Halbuki bakışlarımız bile değmemişti, yüzlerini bile görmemiştim. İlk kez pençesinde kavrulduğum bu hisler de neyin nesiydi böyle bilmiyorum ama kalbimin bir köşesinde ayakta kalan ve Rodas'a ait olan Parla korkuyordu. Onu kaybetmekten, bir daha görememekten deli gibi korkuyordu hem de. Bunlar dilimden dökülmese de kalbimdeki kadın cesurca haykırabiliyordu. İçinden çıkamayacağımı anladığım vakit bir külçeye dönen bedenimi usulca kaldırıyorum mıhlandığım koltuktan. Karanlığın ortasında tek bir ışığa dahi tahammülüm yoktu hâlâ, yavaşça adımladım terasa doğru. Şehrin sakinlerine sırt döndüğü bu saatlerde kendimi hayata hiç yabancılamazdım ama şimdi kendi varlığıma bile tahammül edemez oldum. Bir yanım onu acımazsızca suçlayıp hayal kırıklığımın hesabını sorarken, bir başka yanım her şeye rağmen onu kırmaktan çekiniyordu ve bu beni daha da çıkmaza sokmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Bu gece bakışlarıma söz geçiremiyorum üstelik, tıpkı kalbime söz geçiremediğim gibi. Yine soluğu onun terasında alıyorlar. Bu kez gördüğüm koca bir karanlık belki vedasız bir terkedilişti. Ellerinden kurtulup o mağbetten kaçtığımda arkamdan tenime saplanan tüm sözlerini duymazdan gelmek o gün için en kolayıydı. Öfkemden delirmek üzereydim. Bir yalanın içinde nefes almıştım, oyunlar kurulmuştu düşüncelerimin üzerine. Herkes bu oyunun bir parçasıydı üstelik, kimi çocukluğunun masumluğuyla çalmıştı kapımı, kimi kırık kalbiyle, kimi ise eşsiz yüreğinin zanaatiyle... Ben nereye aittim bilmiyorum bu yüzden. Ama öyle aşktan bir gerçek var ki şu uslanmaz yüreğimde, ne olursa olsun bana her bakışında içimi titreten fırtınalı okyanusunu da, işittiğim kalbinin sesini de, tenime kazınan nefesini de unutamıyordum işte. Tüm bunların eşliğinde bir geceyi daha tüketiyor zihnim, bir öncekinden daha hasarlıydık üstelik. Yine yorgun, yine kırgın ve karışığım. Dilimden dökülmese de bu böyle. Keşke gerçekten yalanlarla dolu anlar yaşamış olsaydık da böylesine canım yanmasıydı diyorum şimdi ama hiçbir dokunuşu yalan değildi. O fırtınalı okyanusunda kaybolduğum anlarda hissettiğim, hissettirdiği hiçbir şeyin yalan olmadığı gibi hem de. Sanırım bu yüzden inanmaya ihtiyacım vardı, sadece hâlâ aşık olduğum adama inanmaya ihtiyacım vardı.

İçimdeki kadınlar ayak diretirken onları duymazdan geliyorum bir kez daha, tıpkı yol boyu yaptığım gibi. Uzun zamandır çikolata kokusunun sarmadığı parmaklarım usulca çalıyor kapıyı ve kısa bir bekleyişin ardından karşımda beliren simanın her bir çizgisinde gezdiriyorum bakışlarımı. Kırık bir tebessüm kopuyor dudaklarımdan gelişime söz olurcasına. Yanıltmıyor beni, "Sanırım en baştan başlamamız gerekiyor." deyip kapısını aralıyor ardına kadar. Bakışlarımdan bunu nasıl okuyabildiğini hâlâ çözemesem de bir külçeye dönen bedenimi güçlükle içeriye taşıyabiliyorum. Atölyenin arka bahçesine geçtiğimizde iki sıcak kahveyle gelip karşıma oturdu Andaç bey. Bir süre nereden başlayacağını bilemezken neden sonra derin bir nefes alıp zaten bir hayli yaralı olan ruhuma iyi geleceğini düşündüğü özenli kelimelerini seçebildi. "Bizim aşkımızın yazdığı satırları bildiğini biliyorum Parla." dedi elime uzanıp. "Bu yüzden bunları yeniden anlatıp ruhumu dağlamak istemiyorum. Roâna'yı uzun zamandır böylesine yâd etmemiştim doğrusu ama sana bilmediğin kısmı anlatarak başlayacağım, sanırım böyle olmalı." dediğinde belli belirsiz bir tebessüm buluyor suskunluğumun ardındaki hissiz suretimi. "Roâna'nın aramızdan zamansız ayrılışının nedeni adı kadar masum olmayan bir ince hastalıktı. Narin bedenini ele geçiren bu hastalıkla benim güzelim yerle yeksan oldu, avuçlarımdan kayıp gitti... Çok zor günlerdi Parla, bir yanda diğer yarım bir yanda oğlum vardı. Kime elimi uzatacağımı şaşırmıştım ve çareyi Rodas'ı bir okul gezisini bahane ederek şehir dışına göndermekte bulmuştum. Şimdi olsa yine yapar mıydın dersen, yapardım. Onu göndermek zorundaydım, hayran olduğu annesini hayatı boyunca o halde hatırlamasını istememiştim. O zaman için en doğrusu buydu, durumu ondan saklayabildiğimiz kadar sakladık ama Rodas gittikten sonra Roâna bilincini kaybetmeye başladı. Bazı geceler beni bile hatırlamıyordu. Yana yakıla ona defalarca aşkımızı ve oğlumuzu anlatırdım ama göz yaşlarımı ellerimden kayıp gittiği o gece tükettiğimi söylemem yalan olmaz, tek bir gecede ellerimin arasından kayıp giden aşkıma kurutmuştum göz pınarlarımı. Bende bir çaresiz elveda varken, onun dudaklarında kalan son sözler bizi ne kadar sevdiğiydi elbette." Kederli bir nefes soluyor ardından, bakışlarında takılı kalan hüznü ruhumu darmaduman ederken sessizce izin istiyor benden. Susuyorum, susuyoruz bir süre. "Roâna, ailesi gibi koyu bir katolikti. Bedeninin yakılmasını çok önce vasiyet etmişti ve ben bunu yapmak zorundaydım ama Rodas'ın bunu kabullenmesi çok zor oldu. Biz onunla her zaman çok iyi birer baba oğul olmuştuk ama annesinin gidişi aramıza bilinmez duvarlar örmekte gecikmedi. Rodas bana sığınmamış, kendini nefes aldığı hayata bile kapatmıştı." Titreyen elleri boynundaki kolyelere gidiyor kırılgan sözleri son bulurken. Siyah bir ipin ucunda asılı kalan silindir cam kapsülü gösteriyor bana. "Bunu görüyor musun? İçinde aşkımın küllerinden bir parça var,"

"Rodas," diyecek oluyorum ama kolyesini kalbinin üstüne sarkıtıp arkasına yaslanıyor.

"Evet, onun boynunda da bir parça kül var. Bizim gidip çiçek bırakabileceğimiz bir mezarımız yok, sadece bedenimizde taşıyoruz onu. O hep bizimle ve ben karımı ölene kadar boynumda taşımaya devam edeceğim, ama Rodas için bu yük çok ağır. Eğer bundan kurtulursa ruhunun annesinde kalan yanı serbest kalacak. Buna ihtiyacı var ama gücü yok, bu yüzden bunu sen yapacaksın Parla. Çünkü o seni seçti ve sen onu sevdin... Bak kızım, bu ne bir saplantı ne de bir sapkınlık. Bu sadece gencecik bir adamın hayata tutunma çabasıydı. Arafta kalmış ruhunda annesini aramak için bambaşka hikayelere ait olan kadınların peşinden gitti. Kendine bir Bay R yarattı. Adını Roâna'dan aldığını söylemişti ama onu asıl Rodas'ın yarattığını henüz fark etti. Tıpkı yıllardır hikayelerine misafir olduğu kadınların hepsini sende gördüğü gibi. Bu nasıl dile gelir bilmiyorum, bildiğim tek şey yıllarca bedenden bedene bürünüp hikayeleri olan kadınları ölümsüz kıldığı. Fakat seni sadece yazdı Parla, satırlarca karaladı seni. İçindeki adamlarla savaştı ama zırhını kalbi yapacak kadar da toydu... Ben seni ilk gördüğüm an anlamıştım Bay R'nin kadınlarından biri olmayacağını. Sen teninde taşıdığın bu masumluğa rağmen Bay R'nin ruhuna koca bir darbe indiren tek kadınsın üstelik. Gel gelelim bu hikayede herkesin payına düşen bir özür var kızım, çünkü hepimiz sustuk. Dilimiz bağlandı, tek bir şans verdik Rodas'a. Eğer sen en baştan kırılmış olsaydın, bizler geldiğimiz gibi sessiz sedasız çıkacaktık hayatından. Ama öyle olmadı, sen bizim hayatlarımızın çikolata kokulu kadını oldun ummadığımız bir anda ve hiç birimiz senden vazgeçemedik o andan sonra.

"Ama şimdi hiç olmadığım kadar kırgınım..."

"Biliyorum. Eğer kalbini dinlemeye devam edersen geçeceğini de biliyorum." diyor usulca. Bakışlarında gezen bu rica minnet canımı yakıyor o anlarda. Ellerime uzanıyor sonra, sıcacık avuçlarında kayboluyorum. "Bunu senden istemeye hakkım var mı bilmiyorum ama onu sevmekten vazgeçme Parla. Onu hiçbir kadının sevmediği gibi sev. Eğer şimdi elini bırakırsan ne Bay R olabilir, ne de Rodas olarak hayatta kalabilir. Yok olur, anlıyor musun?" Boğazım düğümleniyor tüm bu sözlerinin üzerine, canım öylesine yanıyor ki kendimi tutacak gücü bulamadığımda bana açtığının kollarının arasına sığınıyorum. Elleri saçlarımda geziyor hiç acele etmeden, "Onu sev," diyor bir kez daha. "şimdi nereye patlayacağı belli olmayan serseri bir mayın, sevilmeyi tatmamış küçücük bir çocuk gibi. Sen öğreteceksin ona tek bir bedende nefes almayı. Aşkınla öğreteceksin, Parla. Ondan vazgeçme. Olur da vazgeçersen sen aşkını bense oğlumu kaybederim..."

ki ikaa6^@

Bay R'nin Kadınları Where stories live. Discover now