17.Bölüm "Bir Küçük Oyun Meselesi"

4.7K 529 55
                                    

Zihnimi toparlamak hiç bu kadar zor olmamıştı şüphesiz,keyifli birkaç dakika dileğiyle.Her zaman satırlara döktüğü desteğine geç kalınmış bir ithaf olsa da bir kez daha teşekkürler...

***

Andaç ve Roâna'nın roman tadındaki aşkını okumamın üzerinden iki gün geçti. Lâkin ben hâlâ deli gibi etkisindeyim. Gözümü açıyorum o gemi, kapatıyorum o taşlar, soluklanıyorum o aşk geliyor gözlerimin önüne. Sözlere ihtiyaç duymadan sadece kalbin alfabesiyle konuşmak her âşık bedene nasip olmayacak bir şeydi demek ki. Sonra Rodas'a bakıyorum. Yüzünde, en baştan beri anlamlandıramadığım tasvir o gece açıklığa kavuşmuştu benim için. Bunu daha evvel o burjuva havasına versem de, yanılmışım işte. Babasından armağan olan derin kara okyanusu, dalgaların arasından çıka gelen aşktan parıltılar ve insanı çeken o tarifsiz merak duygusunun altından aşkın nefesi olması çıkmıştı ve gözümde her şeyi yerle bir etmişti elbette. Aklım karıştı bir kere ne kadar inkar etsem de ve içimdeki kabuk tutan yarayı kaşımak için deli olan kız uzun zamandan sonra gösterdi kendini. Ama durup düşünüyorum bir an. Sonra gülümserken buluyorum kendimi. O gün, koca arabasını çekmesi için çemkirdiğim, tersleyip nezaket yoksunu gibi davrandığım bu adamla geçirdiğim tüm zamanlar çalıyordu kapımı birer birer. Hepsi bir başka adamdı sanki, her sözünün bir başka hikayeye ait oluşu gibi. Farklı, belki de özel bir adam olduğunu anlamam uzun sürmemişti elbette ama hayatının böyle bir aşkla örüldüğünü öğrendikten sonra kendimi adeta koca bir boşluğun içinde hissetmiştim.

O, tekrar tekrar okunacak bir aşkın nefesi olarak hayata merhaba derken ben İkbâl hanımın torun isteğine nazaran dünyaya gelmiştim. O pamuklara sarılası, üzerine titreyerek sevilen bir çocukken ben dayatmalara isyan eden inatçı bir kız çocuğu olarak nefes almaya çalışıyordum kristal fanusumda. Rodas kendi bahçesinde salınan köklü bir ağaç gibiydi şimdi zihnimin labirentlerinde. Bende o fanusun içinde debelenen süs balığı. İşte biz bu kadar zıttık onunla. Bu kadar ayrı, bu kadar yabancı birbirine. Ve belki de bu yüzdendi sessiz sedasız yakarışları. Kırılgan bakışlarının altından koca bir özlem yatıyordu nitekim. Ben ise ne kadar zorlarsam zorlayayım kendimi, Lale ve Ömür için bir başka hikaye yazamıyordum. Kendimi Rodas'ın yerine koyamadığım gibi... İmrenişim, hafif hafif kıskançlığa bürünürken gözlerimi sıkı sıkı yumup başımı sallıyorum bundan kurtulmak istercesine. Başa sarıp yeniden yaşayamayacak kadar yorgundum, bu yüzden her zaman yaptığımı yapıp kendi köksüz yaşantıma devam etmeliydim.

Kalıplarından çıkartıp gümüş tabaklara dizdiğim çikolatalarımı vitrine koyarken daha sabahın bu saatinde açılan kapıya bıkkınlıkla deviriyorum gözlerimi. Ama karşımda zarafetle gülümseyen İnci'yi görmemle aniden değişiyor yüzüm. Güneşi bile kıskandıracak kadar içten ve ışıl ışıl olan gülümsemesine kocaman bir "Günaydın!" sıkıştırıyor ve ben henüz yerimden hareket edemeden bana doğru adımlıyor. Ebru kadar olmasa da İnci de benim için özel dostlar kontenjanındandı ve birbirimize sıkı sıkı sarılırken sadece birkaç günde onu ne kadar özlediğimi fark ettim. "Çok özlemişim." diyor kollarını gevşetip. Yüzünde her zamankinden çok daha güzel bir gülümseme beliriyor o anlarda ve bu benim meraklanmam için yeterli bir sebep elbette.

"Ben de çok özledim İnci. Gel oturalım şöyle."derken gözlerim yokluğu bağıran Deniz'e takılıyor. "Deniz?" diye soruyorum dudaklarımı büzüp.

"Gelir birazdan, Rodas'la konuşması gereken çok ciddi bir konu varmış da." diyor hafif alaylı bir tebessümle. "Eee, ben yokken epey hareketliymiş buralar. Benim biricik şam babamla tanışmışsın, hatta ağzın bal yesin bayağı kendine getirmişsin onu."

Bay R'nin Kadınları Where stories live. Discover now