32.Bölüm (Part 2)

3K 401 38
                                    

MM, İnce Saz- Bir Çapkına Yangınım

***

Andaç beyin kulaklarımdan silinmeyen sözleri ellerime bulaşıyor, acı bitterler sıralıyorum tezgahın üzerine. Simsiyahlar, gece kadar siyah ve gerçekler kadar acılar. Gözlerim dalgın, hatta buğulu. Ağlamak için yer arıyorum ama koca bir nedensizlik baş gösteriyor içimde. Susuyorum, yutuyorum ama nafile, ben nasıl bu hale geldim bilmiyorum bile. Şimdi boğazımdaki bu koca yumru, ellerimdeki özlemli sızılar ve yitip giden mantığım beni kıskacına alıyor. Dudaklarımdan dökülmese de Rodas'ı çok özlediğini sayıklıyor kalbimde bir yer.

Dimdik dururdum ya hani. Yıkılmazdım, gülüp geçerdim ya... Şimdi, her geçen gün biraz daha eğiliyorum duygularımın önünde. Biraz daha duyuyorum kalbimin çığlıklarını her geçen saniye. Canım yanıyor, nefesim yetmiyor ve ben onu çok özlüyorum. Aşkın mantığı olmazmış, anladım. Gurur ise en büyük düşmanıymış, bunu da ne yazık ki çabuk kavradım. Bir deli cesareti, bir âşık saflığıydı aradığım belki. Yahut ufacık bir neden, tutunmam gereken. Şimdi ilk kez kalbim için bir adım atma vakti belki de. Roâna'da kalan yanına saklanmış, içinde tutunduğu tüm suretler tarafından terk edilmiş olan adamın elinden tutma vakti. Saklandığı yerde bulmalıyım onu. Madem zırhını kalbi yapacak kadar toydu hayata karşı, o zaman ben savaşırdım ikimiz için. Yetmez miydi? Yeterdi elbette, yetirmesini bilmeliydik...

Benim için durmuş takvimin yaprakları bir bir sararmışken zamanın birinden kopan günler sonra kalbim için nefes alırken buluyorum kendimi. Gün ışıyor, ben geçtiğimiz yerlerde adımlıyorum. Veda ediyorum şehrin ikimize ait olan yakasına. Kısacık ama bana bir ömür boyu yetecek anıları yâd ediyorum sessiz sedasız. İçimde huşu ile uykuya dalmış kadınları rahat bırakıyorum sonra, zira haberleri yok koca bir savaşa gireceklerinden. Bırakıyorum ki uyusunlar, ben nefes alayım... Şimdi kırık dökük bir gurur parçası var elimde, karşısına koyduğum ise dudaklarımdaki özlemli sızılar. Hayal kırıklıklarım batıyor yürüdüğüm yollarda ayaklarıma, tenimi sardığım ise işittiğim kalbimin sesi oluyor. Gözyaşları daha acımasız, inatla süzülüyorlar tüm bu acınası ruhumun üstüne ama onun karşısında beliren o kara okyanus var ya, yine darmaduman ediyor beni. Pes ediyorum eninde sonunda, susuyorum ve kabulleniyorum. Bunu ona hissettiğim müddetçe söylemeyeceğim ama ben onu çok seviyorum.

Şimdi en aşktan dileklerle avcuma sıkıştırılmış adresin peşinden gitmek için ayak basıyorum yıllar sonra yeniden nefes alma şansına sahip olduğum bu şehre. Yol nasıl bitti, ben gözüme ilişen tüm bulutlara nasıl onun adını haykırdım bilmiyorum bile. Madrid'e indiğimde bakışlarım ısrarla ondan bir iz arıyor geçtiğim her sokakta. Sonra her şeyi bir kez daha kovuyorum zihnimden ve beni ona götürecek renfeden bir bilet almak için gişeye adımlıyorum. Olduğum gibi gelmiştim, elimdeki çantada ne vakit yaptığımı bilmediğim likörlü çikolatalar vardı sadece ve ben bu kadar ondan ibaret bir hale gelmiştim. Gülümsüyorum elimde olmadan, gişedeki cam bölmenin ardında kalan kadının sesini kim bilir bana kaçıncı seslenişinde duyabiliyorum üstelik. Kızgın bakışları üzerimde gezerken kafamı toparlamak için başımı hızla sallayıp kesik cama doğru eğiliyorum ve Sevilla için bir bilet kestiriyorum. Biletin üzerinde tahmini varış süresi iki buçuk saat yazıyordu ve kalkmasına henüz yarım saat vardı. Anlaşılan akşamın ilk ışıklarında bulacaktım onu saklandığı mağbetinde.

Bana gelmeyişi vazgeçtiğinden değildi, biliyordum. Rodas çok yaralıydı, hepsi bu ve yine dönüp dolaşıp annesinin kokusunun sindiği bu diyarları mesken tutmuştu toy kalbi. Benim tek istediğim ise bakışlarımız bir kez daha bir kılındığında bana âşık olduğum adam gibi bakmasıydı. Ben savaşırdım, içindeki tüm hikayeleri canını acıtmadan karalardım teninden, kollarımda soluklanmasına müsade ederdim elbette. Sadece bana âşık olduğum adam gibi baksın yeterdi işte... Kapatıyorum gözlerimi. Ruhumda koptu kopacak aşk ve gururun savaşını yok saymaya çabalıyorum. Ben uzun zamandır yaptığım gibi Rodas'a ait olan o kadını dinliyorum en sonunda. Kalbimde bir çırpınış, zihnimde yankılanan onun sesi ve tenimde aradığım yine onun nefesiydi. Bu haksızlık değil miydi pekâlâ?

Gökyüzünden ayrılan güneşin ardında bıraktığı kızıllıklar bulutlara sinmişti. Şimdi üzerinde yürüdüğüm köprünün altında salınan gölün üzerine resmolunuyordu kusursuzluk içinde. Bakışlarım bu yabancı silüetlerde gezerken aynı hikayeyi paylaşan insanların arasında hızla kayboluyorum. Geçtiğim her sokakta elimden tutmuş beni peşinden sürüyen kalbim oluyor. Tek tek bir iz arıyorum, bir nefes, bir ses ve yahut bir gülüş arıyorum adımladığım sokaklarda. Olmuyor ama, kayboluyorum duvarlarını begonvillerin bürüdüğü bu yolda. Elimde en aşktan dileklerle avcuma sıkıştırılmış adresi sormak için, yüzünde uzun uzun yaşanmışlıkların derin çizgiler bıraktığı adamın yanına ilişiyorum. Ona önce elimdeki adresi gösteriyorum sonrada benimle aynı dili konuşabilmesi için dileklerde bulunuyorum. Bir süre kaşlarını çatıp bakışlarını kararlılıkla yüzümde gezdirse de ona Andaç ve Roâna'dan bahsediyorum. Onlara ait olan evi aradığımı ve bunun benim için çok önemli olduğunu sıralıyorum peşi sıra. Gülümsüyor yavaş yavaş, "Mujer de Safir." diye fısıldıyor sanki içinde onları yâd ederken. Başımı sallıyorum hızla ve kalkmasına yardımcı oluyorum. Bedeni öylesine yorgundu ki sakince adımladı yanımda. Begonvillerin sardığı duvarlarla kaplı sokak nihayetinde son buluyor. Tenime çalınan tazecik portakal çiçeği kokusuydu bu kez. Durdu, yüzünü döndü usulca ve kara çizgilerle sarmalanmış parmakları bembeyaz bir evi gösterdi. Teşekkür ettim. Gönülden bir minnetle tuttum ellerini, ağır ağır gözden kaybolmasını izledim sonra.

Şimdi ise nereden başlayacağımı bilemiyordum. Kapısına mavi safirlerin asıldığı bu eve girerken hissettim, onu hissettim sadece... Bakışlarım gecenin çöktüğü avluda gezerken orada, küçük bir kamelyada yıldızları izleyen Rodas'ı buldu en nihayetinde. Böyle özlem olur muydu? Kalbim nasıl da can çekişiyor, ellerim nasıl da onu istiyordu. Şimdi içimdeki tüm kadınlar susmuştu, herkes bir köşeye çekilmiş ve kalbime yer açmıştı... Taşların arasına dikilmiş çiçeklerin yanından yürüyorum. Adım adım portakal çiçekleri kokularını bırakıyorlar tenime hiç çekinmeden. Dudaklarım aralanıyor ama sesim soluğum kesilmişti, sadece titrek bir nefes çektim içime. Omzumdaki çantayı yere bıraktığımda bedeninden geçen küçük bir titremeye kulak veren Rodas'ın temkinli bakışları buluyor karanlıkta kalmış suretimi çok geçmeden. Bilmediğim bir şeyler söylüyor, benimse ona gidecek gücüm kalmamış gibi mıhlanıyorum olduğum yere. Bir adım, bir adım daha atıyor ve biz tek nefeslik ayrı düşüyoruz. Şaşkınlığı dudaklarından dökülmese de bakışlarındaki buğular ve akmaya hazır bu inciler bana istediğimi veriyordu. Benim de ondan bir farkım yoktu elbette, öyle kırgındım ki elimi uzatacak gücü şuan için bulamıyordum. İstedim, sadece beni kollarına almasını istedim. Hiç konuşmadık. Tek bir kelime etmedi dudaklarımız ama ten öyle miydi? Avaz avaz bağırdı, sustuğumuz her şeyi döktü ortaya. Tutamadım incilerimi, bir bir aktılar ruhumun üstüne. Kabul ettim, ben onu her şeye rağmen sessiz sedasız kabul ettim yeniden.

Yüzüm gönlüne yaslanırken çırpınan kalbinin yakarışını işittim önce. Tenimde titrek nefesleri vardı bu kez. Uzun uzun sarıldım ona, nefessiz kalmışçasına soluklandım kollarında. Dudaklarıma bıraktığı hasretli bir öpücükle iç çektim istemeden, onu ne kadar özlediğime hayret ettim sonra. Bana bunu hissettiren aşka minnettar olmamak olur muydu şimdi? Olmazdı elbette... Bu yüzden dudaklarımı şükranlar sardı usul usul. "Nasıl?" diye soluklandı tenimde.

Haklıydı Andaç bey, o zaman anladım. Nerede patlayacağı belli olmayan serseri bir mayın gibiydi sesi, sevilmeyi henüz tatmamış bir çocuk gibiydi şimdi kalbi. Parmaklarımı kapadım dudaklarına çünkü bana âşık olduğum gibi bakıyordu gözleri. Gülümsüyorum gönlümden geldiği gibi, içim titreye titreye gülümsüyorum hem de. "Sen benden gitmek isteseydin, ardında kalbinin kırıklarını bırakmazdın." diyorum kendime bile yabancılaşırken. Mahçup bir öpücük bırakıyor tenime, elleri fırtınalı saçlarıma liman olurken "Kalamazdım..." dediğini işitiyorum. Öyle yaralıydı ki sözleri, o konuştukça benim canım acıyordu. Bunca duyguyu, bunca kalp kırıklığını yüreğinde nasıl taşıdığına anlam veremiyor, söze dökemiyordum. Yüzünü ellerimin arasına alıp kararlılıkla parlattığım gözlerimi yıldızların ışığında ona sunuyorum. "Ben onlarla savaşabilirim," diyorum dudaklarına uzanmadan hemen evvel. "Rodas'ı öyle çok seviyorum ki, onlar benim aşkımın karşısında duramazlar ama sen yeter ki bizden vazgeçme. Rodas olmaktan, bana âşık olduğum gibi bakmaktan vazgeçme." Tenime düşen kor gibi bir gözyaşıydı şimdi. Çok uzun bir yolum vardı benim ama ondan vazgeçmeyecektim. Ve hissettim, bir kez daha uçurumun kenarında yüzüme vuran rüzgarı tüm çıplaklığıyla hissettim. Kalbim tekledi çaresizliğinin üstüne, benim de ondan farkım yoktu üstelik. Gittiğim her yol ona çıkarken sustu her şey, ben konuştum. Ona yüreğime açtım ve sımsıkı sarıldım.

otla se1@

Bay R'nin Kadınları Where stories live. Discover now