25.Bölüm (Part 2)

4.5K 453 73
                                    

MM-Bryan Adams; Everything I Do 

***

Saydığım koyunlar beş altı bacaklı haşeratlara dönüşürken uykuya dalmam sabahı bulmuştu. Gece boyu duyduğum her çıtırtıya kulak kabartıp ağlayacak kıvama geldiğimde uyku tulumunun içine saklanıp sıcaktan bayılmıştım, uyuyakalmıştım demiyorum çünkü o sıcakta anca baygınlık geçirmişimdir. Zar zor açtığım gözlerimi tepemdeki mavi çadırın muşambasına diktiğimde üstüne düşmüş bir kaç yaprağın gölgesini fark ediyorum. Daracık çadırın içinde güçlükle doğrulup etrafımın temiz olup olmadığını kontrol ediyor ve tulumun fermuarını açıp içinden çıkıyorum. Ancak o anda çantamın üstünde gezinen küçük bir böcek midemin kaynamasına yetiyor bile. Kaşıntılar eşliğinde çadırın fermuarını açıp kendimi dışarı atıyorum ama takılıp birinin kollarına düşmem de uzun sürmüyor. Yine hayatın pembe dizi tadındaki sahnelerine göz kırpıyorum nihayetinde. Saçlarım yüzüme savrulurken şaşkın bir nida çalınıyor kulağıma. Kendimi toparlayıp Rodas'ın kollarından çıktığımda kaç ton kızardığımı tartıyorum kafamda. Küçük bir kıkırtının ardından "Parla?" diye sesleniyor beni sabit tutmayı başarınca. Bedenimde gezen önü alınamaz kaşıntı isteği, kızaran kollarım ve isyankâr uykusuzluğum top yekûn beni ele geçirirken göğsüne küçük bir yumru sallıyorum. Buna aldırmıyor bile gülümsemesi genişliyor ve geri geri adımlıyor. Bense "Gelmeyeceğim dedim sana değil mi! Al işte, beğendin mi? Şu halime bak." diye sıralıyorum hınçla. Bana öylece bakarken hiç sırası olmayan duygular yakalıyorum bakışlarında ama saç köklerime doğru çıkan kaşıntı isteği bunu görmezden gelmeme neden oluyor.

O sırada meraklı bakışlarla yanımıza gelen Andaç beye böyle görünmek istemesem de çadıra geri giremiyorum. Rodas'ı gözlerimle yerken ona karşı nasıl bu kadar taban tabana zıt duyguları aynı anda içimde barındırdığıma şaşırıyordum bazen. Andaç bey yanımıza gelip "Çocuklar, iyi misiniz?" diye soruyor artık kanıksadığım kibarlığıyla. "İyiyiz, iyiyiz." diye geçiştiriyorum ama kendimi kaşımaktan alı koyamıyorum. Rodas ise gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını göle doğru çeviriyor bir an. Andaç beyin üzerimizde merakla gezen bakışları kaşıdığım kollarımda son buluyor ve kaşımaktan kıpkırmızı olan kollarımı yoklarken "Böcek mi ısırdı, tenin çok kızarmış?" diyerek ciddileşiyor.

"Sanmıyorum. Ama üzerimde gezindiklerini hissetmem ne kadar normal tartışılır."

"Kızım, madem alerjin var neden geldin?"

"Alerjim yok aslında ama görünce kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Ben gelmeyecektim zaten hep Rodas'ın yüzünden! Deniz'i öne sürüp resmen mecbur bıraktı beni sinir şey." diye kendimi kaptırmış söylenirken Andaç beyin kocaman bir kahkaha patlaması bir oluyor. Bahtsız cümlemin öznesini yeni fark edince dudaklarımı dişliyorum resmen. Sonrasında "Afedersiniz, aslında öyle demeyecektim."diye çevirsem de kurtarmıyor.

"Ayağın taşa takılsa benden biliyorsun bu ara."diye çıkışmaktan geri kalmayan Rodas'a en sahte gülümsememi takınıp mır mır "Acaba neden!" diye söylenmeden edemiyorum. Tamam, bu sabah çeneme hiç hakim olamadığım doğruydu ama hepsi onun suçuydu. Andaç bey ise aramızda girip iki haşarı çocuğu zapt etmeye çalışan babalar gibi epey umutsuz görünüyordu o anlarda. Kendini tutmaktan vazgeçip naif naif gülerken, "Yanımda krem olacaktı, bekle biraz şu kızarıklıkları geçirebilir belki." diyor sanki dediklerimi duymamış gibi ve bizi bırakıp kendi çadırına doğru ilerliyor.

Arkasından, "Rezil olduk, bravo!"diye hınçla soluyorum. Kaşıntı hissi biraz olsun son bulmuştu neyse ki, üzerimde inatla gezen bakışlarının söylemek istediği bir şeyler yakalıyorum ama görmezden gelmeyi sürdürüyorum. Ve o an kaçırdığım gözlerimle buluşmak için çabalaması beni köşeye sıkıştırmak üzere yola çıkıyor adeta. Neden sonra "İyi misin biraz daha?" diye soruyor az önceki muzurluğunu bir kenara bırakıp. Yanıma geliyor, uzun parmaklarını kollarımda gezdirip hınçla çizdiğim yerlere dokunuyor usulca. İçimdeki ürperti isteği kabarırken ellerinden kurtulup geri geri adımlıyorum. Aklım, bana ne zaman böyle derin baksa karışıyordu zaten. Gecenin karanlığında içimdeki Parla olmak daha kolayken güneşin yüzünü göstermesiyle kendime yeni baştan yarattığım Parla çıka geliyor her seferinde. Sanki sessizce anlaşmış gibi birbirimizin bakışlarında kaybolduğumuz da çadırın içinden yükselen melodi beni kendime getiriyordu. Parmak uçlarımda çadırın içine girip çantamı silkeliyorum. Anlaşılan o küçük şey olay mahalini terk etmişti, çantamın fermuarını açıp kapanan telefonumu buluyorum çok geçmeden. Görünen o ki, beni satıp gelmeyen hain Ebru nihayetinde merak edip arama zahmetinde bulunmuş. Andaç beyin sesini işitince aramaktan vazgeçip nispeten her şeyin yolunda olduğuna dair bir mesaj atıyorum ve çadırdan çıkıyorum. Ayaklı bir ecza deposu olduğuna kanaât getirdiğim Andaç beyin küçük siyah çantasından çıkarttığı kremi kollarıma yedirip kurumasını bekliyorum bir köşede. Bir yandan da küçük kırmızı çadırından gözlerini ovuşturarak çıkan Deniz'in sabah şekerliği karşısında eriyip bitiyorum. Uyanan herkese kocaman öpücükler verip günü en güzel şekilde karşılıyordu ufaklık. Yanıma geldiğindeyse kremden beyazlaşan kollarıma kaşlarını çatarak bakıyor.

Bay R'nin Kadınları Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin