57.Bölüm - Aile Olmak

2.6K 246 99
                                    


MM; Rachel Portman - Grey Gardens 

*****

Ebru'nun müjdelediği evlilik haberiyle planlarımda zaruri değişiklikler baş göstermişti. Aslında en başından beri aklımda olan, hamileliğim el verdiği müddetçe gezmekti ama İnci'yi yalnız bırakamazdım, bu yüzden de fazla hayıflanmadan geri dönme kararı aldık. Hallstat'da birkaç gün daha oyalanıp ardından Viyana'ya geçtik ve birlikte harikulade bir hafta sonu geçirdik. Her durağımız yeterince özel ve güzeldi ama Viyana'yı da bir başka sevmiştim. Kışın ortasında bile kendini sevdiren, aslında oldukça soğuk gibi duran ama caddelerinde adımladıkça kendimi uçsuz bir tarih müzesinde hissettiğim harika bir şehirdi. Gezi notlarımıza göre yine saraylar ve müzeler başı çekiyordu elbette fakat ben en çok Stephan Katedrali'ni sevmiştim. Sevilla'da edindiğim bir alışkanlık olsa gerek, şehrin sembolü olarak görülen iki eski kilise kalıntısının üzerine inşa edilen katedral hoşuma gitmişti.

Bu harika hafta sonu için beni en zorlayan şey ise yemek yediğimiz anlardı. Hâlâ uçuk bir gülümsemeyle hatırladığıma göre Rodas da benimle aynı şeyi düşünüyor olmalı. Nitekim Viyana kahveleri ve tatlılarıyla ünlü bir şehirdi ve ben doktorun verdiği listenin dışına çıkmak istemiyordum. Gereksiz yere kilo almak daha şimdiden yakındığım bir konuydu. Üstelik kahveyi zar zor bırakmıştım. Ama gel gör ki, öylesine turlarken önünden geçtiğimiz Damel Pastanesi'ne saplanıp kalıverdim. İçeriden gelen nefis çikolata ve şeker kokuları bir yana, tatlıların yapım aşamasını da müşterilerine sunuyorlardı ve ben Rodas'ı sadece izleyeceğime dair kandırıp içeriye girmeyi başarmıştım. Sonuç mu, iki porsiyon Sachertorte ve bol sütle vicdanımı rahatlattığım şekersiz Viyana kahvesi. Sachertorte, bildiğimiz çikolatalı keke benziyordu ama içindeki ıslak aramosıyla Rodas engel olmasa üçüncü tabağı söylettirecek cinstendi. O bu hallerime gülüp geçiyor, fazlasıyla tatlı olduğumu ve içimdeki o sevimli kız çocuğunun geri geldiğinden dem vuruyordu. Sanıyorum ki, Rodas, bebeğim ve ruhumdaki bu sevimli kız çocuğuyla gayet mutluyduk.

Herkes için birkaç küçük hediye alıp son gecemizi baş başa odamızda geçirdik. Onunla olduktan sonra ne yattığım yatağın ne de soluduğum başka havaların bir önemi vardı benim için. O sabahın ilk ışıklarına kadar beni izlemiş, ben ise hayallerle örülü harikulade bir uykunun kanatları üzerinde yüksek semalarda uçmuştum. Bugün ise asıl ait olduğumuz şehre dönme zamanıydı. Birbirinden güzel iki şehir ve bir kasabanın ardından kendi topraklarımızda bebeğimiz ve dostlarımızla yepyeni başlangıçlar yapacaktık. Tüm bu yaşananları da bebeğim için tuttuğum defterin bir köşesine iliştirip şu meşhur listemden Viyana'nın üstünü de çizdim.

"Kaç tane kaldı?"

Rodas'ın muzip sorusuna gülüp defteri kapatıyorum. "Daha onlarca şey var, eğer bir de bunun için zamanımız varsa güzel şeyler yapacağız demektir."

"Umarım, güzelim." diyor küçük bir iç çekip. Uçağın penceresinden görünen sisli bulutlarla birlikte bende ait olduğum yere yaslıyorum başımı. Öylece izliyorum geçip gidenleri. Ardından arka koltukta sessizce tartışan çifte kulak kabartıyorum merakla. Muhtemel bir kıskançlık krizi ile birlikte sarf edilen yaralayıcı sözlerden sonra genç kız kalkıp yerinin değiştirilmesini istemişti. Kırılmak çok kolaydı, her iki taraf içinde böyleydi bu ama küsüp gitmek bu kadar kolay olmamalıydı diyorum şimdi. Üstelik hayat bu kadar kısa ve her anı bu kadar değerliyken. Ben mesela, Bay R'yi öğrendiğimde bana seneler gibi gelen haftalar arasında Rodas olmadan gözlerimi açtığım her güne hâlâ daha yakınıyorum. İçimde bir yer, kızın yanına gidip konuş onunla dese de kalbinin ait olduğu adam benden önce davranmıştı. "Şu meraklı bakışlarını nasıl üzerime çekebilirim acaba?"

Bay R'nin Kadınları Where stories live. Discover now