-30-

25.3K 1.1K 610
                                    

Kırkıncı bölüm başlığı, otuzuncu bölüm olarak değiştirilmiştir. İyi okumalar dilerim 🖤

...



İKİ AY SONRA

Urfa'da oldukça hava ısınmıştı. Öyle ki yazın ilk ayı bitmiş, temmuz ayına girilmişti. Urfa'da yazın gelmesi demek cayır cayır yanmak demekti. O denli sıcak olurdu Urfa. Klimalar bile fayda etmezdi ve gerçekten de insanlar dışarıda dolanmakta, çalışmakta zorluk çekerdi. Öyle ki Urfa'nın sıcaklığı bunaltıcı olur ve can sıkardı.

Yorganı üstünden atmış olan küçük kız kimseyi dinlemiyordu. Arkadaşı gittiğinden beri neredeyse üç ay olacaktı ve küçük kız oldukça fazla yıpranmıştı. Sekiz yaşına basmıştı, artık annesinin öldüğünü anlamıştı. İki ay önce anlamıştı. O günden sonra hep böyle durgundu. Kızıyordu onu yalnız bırakan arkadaşına. Oysa Zival annesi gibi kokuyordu. Annesinin özlemini küçük kız, arkadaşının varlığıyla unutuyordu yada kendini öyle avutuyordu. Sonuç olarak ona iyi geliyor olması önemliydi ancak yalnız kalmıştı. Üç aya yakın bir zamanda çok zor zamanlar geçirmişti. Oysa yalnız değildi. Abisi, ablası, amcası ve kuzeni olmasına rağmen yanında ona en büyük zararı veren yengesi vardı. Ona yıllarca annelik yapmış olan yengesi vardı. Aynı şekilde onu üzgün olmasını sağlayan yengesi vardı.

Küçük parmağıyla kıpkırmızı olmuş gözündeki yaşı sildi. Lakin o damla çoktan toz pembe yastığın üstüne düşmüştü. Küçük kız oldukça yaş dönmüştü bu yastığa. Zaten tek yapabildiği ağlamaktı. Ağlamak ve üzülmek... Bir de kâbus görmek. O kabusta annesiyle Zival daima onu yalnız bırakıyordu. Uyandığında terlerini silen ya ablasını yada abisini görüyordu. Bıkmıştı kâbus görmekten. Artık mutlu olmak istiyordu. Arkadaşına olan kızgınlığı geçmişti. Sadece onu istiyordu. Bir nebze olsun annesinin yokluğunu dindirmesini istiyordu yoksa durumu daha vahim olacak ve kurtuluşu olmayan amansız bir hastalığa yakalanacaktı. Bu gidişle hastalığın gelmesi yakındı. Çünkü küçük kız kendine hiç bakmıyordu. Yemek bile zorla yiyordu. Kapısının açılma sesini duyunca başını yastığına daha fazla bastırdı. Bu kapıdan ancak ve ancak arkadaşı gelse bakardı. Başka türlüsü biraz zordu.

Hilda yavaş adımlarla elindeki tepsiyi yatağın başındaki krem komodinin üstüne indirip yatağa oturdu. Küçük kardeşi sırtını kendisine dönmüş bir şekilde cenin pozisyonunda uzanmıştı. "Sıla'm... Canım kardeşim. Hadi kalk ilacını iç." deyip elini küçük kızın sarı saçlarına uzattı. Eli kızın saçlarına dokunduğu zaman dokunması ve itilmesi bir olmuştu.

Küçük kız ablasının saçına dokunmasını istemiyordu. Çünkü ablası ondan bir şey saklıyordu. Bundan iki ay önce ablası yengesine bağırıp çağırmıştı. Fakat Sultan hanım onu odasına getirmişti. Bu küçük kız abisi kadar zeki olduğu için ablasının kendisinden bir şey sakladığını tabiki de anlamıştı.

Bozulduğunu belli etmeden elini geri çeken Hilda sesli bir şekilde nefes aldı. "Neden böyle yapıyorsun Sıla? Ben sana ne yaptım? Neden beni üzüyorsun?"

Küçük kız cevap vermedi. Onun artık konuşacak takaati kalmamıştı. Eğer konuşmaya başlasa hiç susmazdı. Ya çok konuşur ya da hiç susmazdı. Ki o şuan susmayı tercih etti.

"Susma Sıla. Bağır, çağır eskisi gibi ama susma güzel kardeşim. Bunu bana ve abimize yapma. Bak çok üzülüyoruz biz."

Küçük kız arkasını dönüp ablasına bakacak şekilde uzanmaya devam etti. Gözyaşları dinmiş fakat hâlâ yüzündeki solgun ifade devam etmekteydi. Ablasına anlamsız bakışlar yollayıp elini ağlayan ablasının gözlerine attı. "Ben mutlu son istemiştim..." diye mırıldandı. Küçük kızın o tiz sesi oldukça ince ve pürüzlü çıkmıştı.

AŞİKÂR Место, где живут истории. Откройте их для себя