- O T U Z B E Ş -

2.7K 353 119
                                    

sana bakmak

bir beyaz kağıda bakmaktır

her şey olmaya hazır

sana bakmak

suya bakmaktır

gördüğün suretten utanmak

sana bakmak

bütün rastlantıları reddedip

bir mucizeyi anlamaktır

sana bakmak

Allah'a inanmaktır

Pelin Erciyes Dağı'nda geçen hafta sonu tatilinde gerçekten eğlenmişti. İlk başta, yani farklı odalarda kaldıklarını öğrendiğinde biraz tavır yapsa da daha sonra Ömer genç kızın gönlünü almayı başarmıştı. Hatta Ömer bu gezide o kadar iyi ve uyumluydu ki Pelin keşke gelinlikle gelseydim diye düşündü. Ama bunu sesli bir şekilde dile getirmedi çünkü Ömer'in bunu bir evlilik teklifi olarak algılamasını istemezdi. Gerçi Pelin ilk defa bir erkeğe bakarken onunla evlenip bir yuva kurabileceğini hissediyordu. İlk defa Ömer'in yanındayken huzurlu bir yuvanın ve minik çocukların özlemini çekiyordu. İkisi o kadar farklılardı ki, Pelin bunu kısacık hafta sonu tatilinde bile anlamıştı. Ama bu farklılık Ömer'in de çabaları ile genç kızın gözüne güzel görünmeye başlamıştı. Onların birbirinden farklı olması ilişkilerinin bir kusuru değildi. Kusursuz bir cennetin olmayacağının ispatıydı. Bu dünyada her şeyin kusurlu olduğunun ve insanın bu kusurlarla beraber yaşamayı öğrenmesi gerektiğinin, belki de mükemmel diye bir şeyin olmadığının kanıtıydı. Pelin ve Ömer de bunun örneğiydi. Onlar gece ve gündüz gibiydi. Pelin bir güneş gibi parlak ve sıcakken Ömer de bir ay kadar sakin ve karanlıktı. Ancak Pelin onu ısıtıp aydınlatıyordu. Ve bu da genç kıza bir amaç veriyordu. Ömer'in kalbinin buz tutan yanlarını ısıtmak Pelin'in göreviydi bundan sonra. Gerçi genç adam gayet ısınmış hatta alev almış gibi görünüyordu. Bazen öyle laflar ediyordu ki Pelin ne diyeceğini bilemiyordu. Sonradan hızlanan yarış atları gibiydi. Birden atak yapıyordu. Ama genç kız adamın bu ataklarında araba farı görmüş tavşan gibi afallayıp kalıyordu. Neden böyle olduğunu anlamamıştı. Ömer'den beklediği bu değil miydi? Ya da istediği? Bunu düşünmeyi daha sonraya bırakmıştı. O hafta sonu sadece Ömer ve Pelin ve onların kusurları ve farkları ile mükemmelleşen ilişkilerini konuşmak istiyordu. Ömer'i dinlemek ve onu tanımak istiyordu. Aynı odada kalmamışlardı belki ama sabaha kadar resepsiyonda oturup konuşmuşlardı. Ömer sabah namazında odasına çıkarken Pelin de kahvaltıya kadar biraz uyuyup dinleniyordu. Yorucu ama keyifli bir hafta sonu olmuştu. Ve güzel de bir başlangıç.

"Sanki çok güzel bir film izlemişim ve hiç bitmemesini dilerken bir anda bitmiş gibi hissediyorum. Sanki bir parçamı o otelde bıraktım. Orada bir şey unuttum gibi... Canım Mersin'e dönmek istemiyor hele Adana'ya."

Ömer de aynı şeyi hissediyordu. İlk defa kendini kontrol etmekten bu kadar uzaktı. Pelin'e yakın olmak garip bir sarhoşluk etkisi vermişti ruhuna. Bu duyguyu sevmişti. Onun yanında kendisi gibi olabiliyordu. Ona kalbini açıp gösterebiliyordu. Abartabiliyordu. Kelimelerini tartmadan konuşabiliyordu. Belki ilk başta biraz çabalaması gerekmişti ama bir şekilde Pelin'in onu anlayacağını biliyordu. Ömer tüm sayfalarını fütursuzca sergileyen açık bir kitap gibiydi artık. Sayfaları karalamalarla dolu bu kitabı okuyup çözmek ve yeniden yazmak Pelin'e kalmıştı. Aynı şeyi Ömer de yapmak isterdi. Gerçi Pelin yeniden yazılacak bir defter değil tekrar tekrar okunacak bir roman gibiydi. Ne kadar okusa bıkmayacağı sayfalarla doluydu. Bir günü başka bir gününe eşit değildi mesela. Ve Ömer bundan çok memnundu. Evet bazen canını sıkıyordu ama bu geçici bir sıkıntıydı. Bir süre sonra bu sıkıntı bile kalbini gıdıklıyordu.

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now