- Y İ R M İ B İ R -

3.4K 410 260
                                    

Allahın selamı üzerinize olsun kuzular

bir süredir düzenli bölüm ekleyemiyorum. 2020 hem dünyamız hem ülkemiz adına kötü haberlerle devam ederken benim de maalesef bazı kötü haberler aldığım oldu. zaten deprem felaketi, çığ felaketi, şehit haberleri derken inanın kendimi toparlayamıyorum. 

hakkınızı helal edin. umarım yeni bölümü daha erken yazabilirim. inanın elimden geleni yapıyorum. tüm fırsatları kolluyorum. bu hikayeyi yüz bölüm yapmaya kararlıyım (:

inşallah bölümü keyifle okursunuz. bir sonraki bölüm süprüzlü olacak şimdiden söyleyeyim :) 

bunu siz istediniz ni ha ha ha...

ailenizin ponçik yazarından sevgi, selam ve dua ile...

Şennur Kasa


**

Ömer kim bilir kaçıncı defa saate baktı. Akşam ezanı okunmak üzereydi. Namazı kılıp fabrikadan çıkabilirdi. Tabi eğer önündeki dosyaya odaklanabilir ve dosyadaki sorunu biran önce bulabilirse...

Odaklanamıyordu!

Genç adamı huzursuz eden, kalbini sıkıştırıp göğsünü daraltan bir sıkıntı vardı. Adını koyamadığı bir sıkıntı. Aslında adını bildiği ama yakıştıramadığı ve zikretmekten çekindiği, dillendirmezse yangını büyümez sandığı bir sıkıntıydı bu. Bir türlü alevlenmesine izin vermediği bir ateş vardı bağrında. O ateşin kör, kavurucu ve zehir yüklü zifiri siyah dumanı her bir yanını sarmıştı nefes alamıyordu. Önünü göremiyordu. Yolunu seçemiyordu.

Gün geçtikçe giderek daha da daralan göğüs kafesine sıkıntılı bir nefes daha aldı. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Günler bitmek bilmiyordu. Sabah güneş doğmamak için direniyordu. Aslında Ömer güneşin günlerdir doğmadığına yemin edebilirdi. Onun için hep gece vaktiydi. Hep karanlıktı. Gün aydınlanmıyordu.

Eli istemsizce telefonuna uzandı. Ne beklediğini bilmiyordu. Pelin'den bir mesaj mı? Belki evet. Olamaz mıydı? Belki onu aramalı ve bir yerde buluşmayı teklif etmeliydi. Ne için? Hangi bahaneyle? Hangi yüzle?

Odanın kapısı çalındı. Telefonu elinden bıraktı. Kalp atışları hızlanmaya başlamıştı. Yine!

Gir diye buyurdu sert bir sesle.

Sekreter kız gelmişti. Elindeki dosyaları imzalatmak için getirmiş ve bir şeyler anlatmaya başlamıştı. Ömer onu dinlemiyordu. Onun Pelin olmamasına neden bu kadar üzüldüğünü anlamaya çalışıyordu. Ve bunu anladıkça da kendine kızıyordu. Bu kıza bu kadar alışmamalıydı. Tatsız, tuzsuz ve nefessiz kalmıştı. Her kapı sesinde irkilir olmuştu. Sürekli telefonu eline alıp kendini Pelin'i aramaya çalışırken bulur olmuştu. Çok daha kötü belirtileri de vardı adı konmamış hastalığının. Tüm gün Pelin'i düşünmek gibi. Yastığa kafasını koyup gözlerini her yumduğunda onun yüzünü görmek sürekli saçlarının gözlerinin önünde uçuştuğu hayallere dalmak gibi onulmaz belirtilerdi bunlar.

Artık iflah olmayacak bir hastaydı Ömer. O hastalık taşıyan hücreleri gerekirse kalbinden söker atar ama teslim olmazdı. Olmayacaktı. Bir sarı saça bir tatlı gülüşe yenilmeyecekti. Bu sefer değil! O kadar kolay değildi.

Sekreter kız odadan çıktığında Ömer kaşları çatık bir halde kapıya baktı uzun süre. Bu kızın adı neydi? Şimdi Pelin olsaydı kızın adını uzun bir paragrafla açıklardı. Genç adamın çatık kaşları bir anda yumuşar gibi oldu. Dudakları hafifçe kıvrıldı. Pelin ve bitmek bilmeyen söylenmeleri... Onları bile özlemişti. Evet, bunu artık gizleyemezdi. En azından kendinden saklayacak değildi. Her bir zerresi ile Pelin'i özlemişti. Sarı saçlarını, yeşil gözlerini, pamuk gibi bembeyaz tenini... Varlığını, sesini, nefesini... Kanepede umarsızca yatan halini, kahve makinasını bilmiş bir eda ile çalıştıran ukala hallerini, ağlarken kızaran gülerken ışıldayan göz bebeklerini...

Portakal Kabuğundan MasallarDove le storie prendono vita. Scoprilo ora