- O T U Z -

2.8K 365 113
                                    


Ömer oturduğu kafenin camından dışarıyı seyrediyordu. Mersin'in kışı bile bir başkaydı. Hiçbir şeye benzemeyen, ıslak, yapışkan ve çamurlu bir mevsimdi. Soğuk değildi ama sıcak hiç değildi. Etrafındaki insanlar üşüdüklerinden dert yanarken Ömer onlara içinden gülüyordu. İstanbul'dayken böyle havalarda kısa kollu gömlekle dışarıda gezebilirdi. Ama Mersin'in ılık havasına eklenen nem insanın ciğerlerine selam çakıyordu. Ömer bir daha hasta olmak istemediği için dikkatli olmaya çalışsa da şimdiden boğazlarının ağrıdığını hissedebiliyordu.

Süslü fincanda servis edilen tatsız çayından bir yudum aldı. Memnun olmadığını belli eder bir şekilde kaşlarını çattı. Murat'ın köydeki fabrikalarından getirttiği Rize çayının tadını özlemişti. En yakın zamanda buraya da o çaydan almalı diye düşündü.

Bu sırada dışarıda, yağmurun altında koşturan pembe puantiyeli şemsiyesinin altındaki kızı gördü.

Pelin dizinin altına kadar inen kiloş eteğini savura savura adımlar atıyordu. Bir elinde bavul gibi büyük bir çanta diğer elinde şemsiye taşıyordu. Dalgalı saçları rüzgârda savrulurken o nasıl güzel göründüğünden habersiz ve hatta bunu umursamaz bir şekilde kararlı adımlar atıyordu. Genç kızın her adım atışında, Ömer'in zihninde topuk sesleri yankılanıyordu. Ve burnunu sıcak bir çorbanın kokusu sızlatıyordu.

Pelin oturduğu masaya yaklaştıkça topuk sesleri artıyor sanki kafenin bütün duvarlarında yankılanıyordu. Ve sıcak çorbanın hayalı ruhunu ısıtıyordu.

"Selam."

Genç kızın sesi ile hayalden gerçeğe geri dönen genç adam gülümsedi.

"Hoş geldin."

Pelin gayet rahat hareketlerle masaya yerleşti, hemen peşine gelen garsona sıcak çikolata söyledi. Böyle havalarda içini ısıttığını da belirtti. Ömer de tatsız çayından bir daha yudum aldıktan sonra sıcak çikolata içme fikri daha cazip gelmişti.

İçecekleri gelene kadar şirkette ulaşabildikleri bilgileri birbirlerine aktardılar. Pelin günlerdir bir ajan gibi çalışıyor ve hem resmî belgelere ulaşmaya çalışıyor hem de çalışanlardan bilgi toplamak için şirket içinde ateşi hiç azalmadan fokurdayan dedikodu kazanlarına dalıyordu. Bulduğu her bilgiyi biriktiriyor, zihninde tartıyor, bildiği her kanaldan araştırıyordu.

Tabi Pelin'in havadisleri Ömer'in edindiği bilgilerle kıyaslanamazdı bile. Hani devede kulak dedikleri kadar bir şeydi. Ömer çetelerden, yer altı dünyasından dört kola yayılmıştı. Onun derdi şirketteki dedikodular ya da usulüne uygun yazılmış belgeler değildi. Dedesinin gücünü bu şirketten almadığını keşfetmişti. Şirket göstermelik, paravan görevi yapan bir işti. Para aklama yeriydi. Zenginliğine bahane ettiği, haksız kazançlarını resmileştirdiği yerdi.

Ömer'in şirkete gelişinin tek nedeni Pelin'in yanında olmak ve göz önünde durarak karşı tarafa meydan okumaktı. Onların kendisine açıklarını göstermeyecek kadar kurnaz olduklarını biliyordu.

Yine de Pelin iyi iş çıkarmıştı. Karahanlıların olmayan hayali iş yerleri ile çalıştıklarını kanıtlamıştı. Resmî belgelerde yazan şirketler aslında yoktular. Para gelen ama ürün verilmeyen şirketler, ederinden çok fazlaya satışı yapılan malzemeler, nereye gittiği belli olmayan gider kalemleri... Karahanlılar yaptıkları işte o kadar özgüven kazanmışlardı ki yaptıklarının sorgulanabileceğini hesaba katmadan, rahatça hareket etmeye başlamışlardı. Bu rahatlıkları onların başına bela olacaktı. Çünkü Ömer yer altındaki böcek yuvalarını temizledikten sonra yapılan tüm dalavereleri resmi kanallardan da şikâyet etmeye kararlıydı.

Portakal Kabuğundan MasallarNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ