- Pelin 14 -

1.4K 193 98
                                    

bir sonraki bölümün final bölümü olduğunu hatırlatmak isterim. ama martta yeni bir hikayeye başlayacağımız için bunu bir ayrılık ve ya ara vermek olarak görmeyelim. yine benimle beraber başka bir hikayede devam ederseniz çok sevinirim :)

sizi seviyorum <3

**



Gözlerimi açtığımda kendimi küçük bir odada bulmuştum. Bir kanepede uzanıyordum ve üzerime battaniye bile örtülmüştü. Ama kafam hafif bulanık ve külçe gibi ağırdı. Ya çok içmiş ve sızmıştım ya da kafama tava vurularak bayıltmışlardı. İkinci ihtimal daha mantıklıydı. Çünkü kafamın arkasında, ense kökümde keskin bir ağrı vardı. Gözlerimi kırpıştırıp etrafı taramaya başladım. Mobilyalar gösterişli ve yeniydi. Ama hiç tanıdık değildi. Oda geniş sayılırdı ama nedense boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Nereden geldiğimi en son ne yaşadığımı düşünmeye zorladım kendimi. Son zamanlarda sabah uyanma faslımın 'neden buradayım? Buraya nasıl geldim?' soruları ile başlaması çok sinir bozucu olmaya başlamıştı. Bunun sonunda ben kimim diyerek uyanmak ve bir süre kimliksiz bir şekilde etrafta dolanmak gibi deliliklere varacağından korkmaya başlıyordum.

Sonunda bir şimşek çarpması gibi gelen aydınlanma sürecim ile zor da olsa yerimden kalktım. Sadece başım, ensem ya da kirpik diplerimin ağrısı değil tüm vücudumdaki kemikler kırılmış gibi bir acıyla mücadele etmem gerekiyordu. Üzerimdeki örtüyü itip ağır hareketlerle ayağa kalktığımda gözlerim kararmış ve sendelemeye başlamıştım. Tüm dünya üzerime yıkılacakmış gibi dönüp duruyordu. Olduğum yerde tekrar oturup kapının olduğu yöne doğru baktım. Mesafe o kadar uzun geliyordu ki bir an vazgeçip yatsam ve uyumaya devam mı etsem diye düşündüm.

Ama sonra vazgeçtim ve hızla kanepeden kalkıp kapının koluna asıldım. Kapı açılmadı.

Tabi ki kilitliydi!

Beni bu odaya hapsetmişlerdi. Buna şaşırmamıştım. Aslında bu kadar sakin uyanmak daha şaşırtıcıydı. Ve Poyraz'ın aptal suratını hala görmemiş olmak!

Konforlu sayılabilecek bir odada uyanmıştım ama bir esir, bir tutsaktım. Ve en kötüsü de Ömer yanımda yoktu. Ömer nerede bilmiyordum.

"Çıkarın beni! Orada biri var mı? Beni duyabildiğinizi biliyorum! Çıkarın beni! Ömer nerede?"

Aynı anda kapının kolunu zorlayıp tekme atarak hatta bazen yumruklayarak ve bağıra çağıra sorular sorarak yeterince gürültü yapmaya çalışıyordum. Birilerinin beni duyması ve bu lanet odadan çıkmam gerekiyordu. Ömer'i görmem gerekiyordu. Onu tekrar kaybedemezdim. Poyraz'ın onu orada öldürmüş olması bile bir ihtimalken onu mutlaka görmeliydim.

Bir süre bağırıp çağırdım, kapıyı ve duvarları tekmeledim. Öfkelendim. Yalvardım. İsyan ettim. Ağladım.

Ama sesime cevap veren olmadı. Kapının dışında birlerinin olduğunu biliyordum. Koşuşturduklarını seslerden çıkartabiliyordum. Bir kişi değillerdi mesela. Aralarında fısıldaştıklarını duymuştum.

"Orada olduğunuzu biliyorum lanet olasıca korkak adiler! Gücünüz birilerini tuzağa düşürmeye ve tutsak etmeye mi yetiyor? Şerefsizler! Hiç mi onurunuz yok sizin?"

Hakaret etmeye küfürler savurmaya da başlamıştım. Bir yandan onları kışkırtmak istiyordum. Bir yandan da içimdeki öfke dudaklarımdan taşıp savruluyormuş ama sonra kapıya duvara çarpıp bana geri dönüyormuş gibi hissediyordum.

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum. Odadaki modern avize yanıyordu. Pencerenin dışı zifiri karanlığa bakıyordu. Penceremde demir yoktu ama altında sivri uçlu bir tuzak gibi demir süs koymuşlardı. Hem bahçe süsü hem de tutsaklar kaçamasın diye sivriltilmiş bir ucube.

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now