- K I R K B E Ş -

1.9K 263 96
                                    


"Senin için neşeli bir kız diyorlardı. Girdiği ortamda enerji ve ışıltısı ile hemen dikkati çeker ve en keyifsiz insanı bile on dakika içinde mezdeke oynayacak kıvama getirir diyorlardı. Ama başa bir Pelin'den mi bahsediyorlardı acaba? Benim karşımda oturan kız sadece somurtuyor."

Fırat çatalıyla tabağındaki patatese eziyet eden ve bir yandan dalgınca dışarıyı seyreden genç kıza gülümseyerek bakıyordu. Birkaç gündür iş çıkışı beraber yemek yiyorlardı. Genelde iş yerinden en geç onlar çıkıyordu. Sanki şirketi kurtaracakmış gibi, dünyada başka meşgaleleri yokmuş, bir daha o dosyaları göremeyecekmiş ve o veriler onların hayatının bir parçasıymış gibi kendilerini işe kaptırıp zaman mefhumundan uzaklaşıp dünyadan kopuyorlardı. İki işkolik birbirini bulmuştu. Aslında Pelin pek de işkolik biri sayılmazdı. Yani O'ndan önce... Nefes alırken kalbine tüm kemiklerinin battığını ve ciğerlerinin patlayacak gibi olduğunu hissetmediği o nadir zamanlar; kafasını rakamlar ve hukuksal problemlerle meşgul tuttuğu zamanlardı. Böylece Pelin daha çok iş daha az sosyal hayat felsefesine uymaya başlamıştı.

Pelin başını pencereden çevirip gözlerini devirir bir şekilde bilmiş bakışlarla muhatabını süzdü.

"Böyle olmak için sebeplerim var diyelim."

"Bence..." dedi Fırat Pelin'in bakışlarından daha bilmiş bir eda ile. "O sebeplerin arkasına saklanıyorsun desek daha doğru olur."

Pelin tek kaşını kaldırarak kendisine çekingen ama bir bakıma -kendi çapında- cesur bir çıkış yapan adama tehditkâr bakışlar fırlattı. Fırat Pelin konuşmadan da cevabını almış gibi hissetti. Belki yüzüne ya da midesine okkalı bir yumruk yemeden önce sussa ve bu konuyu daha fazla deşmese daha iyi ederdi. Ama genç adamın fıtratı o yumruğu yiyene kadar üsteleyecek kadar inatçı bir topraktan geliyordu.

Aslında Pelin de farkındaydı. Bir şeylerin arkasına saklanmıyordu ama bir hayaletin arkasına sığınıyordu. O hayalet Pelin'in tüm manzarasını, hayatını, hayallerinin önünü kapıyor ve yaşama sevincini sömürüyordu. O hayalet tıpkı Ömer'e benziyordu. Ama Ömer değildi. Çünkü canını yakıyor, kalbini acıtıyor ve anılarını çalıyordu. Ömer olsa onu mutlu ederdi. Ama Ömer'in hayaleti mutsuz olmasını istiyordu!

Genç kadın omuzlarını umursamaz bir şekilde silkti ve tabağındaki patatesten bir lokma aldı.

"Size kolay geliyor tabi. Karşıma geçip ahkam kesiyorsunuz. Bla bla bla kendine gel bla bla bla güçlü ol bla bla bla... sesiniz kafamda bir denizin mırıltısı gibi gelene kadar konuşup duruyorsunuz."

Fırat bir süre sessiz kaldı.

"Haklısın biliyor musun? İnsanlar hep yaşamadığı acıların ustası gibi görür kendini. İşlemediği günahların yargıcı, çekmediği acının doktoru, bilmediği her şeyin filozofudur insan değil mi?"

Gergin ve tepkili bir gülümseme ile karşılık verdi Pelin. Fırat çok haklıydı. Etrafında onun çektiği acıları küçümseyen ve sürekli ahkam kesip ona tavsiyeler veren insanlar doluydu. Bu bir süre sonra bu tavsiye ve öğütler sinir bozucu olmaya başlıyordu.

"Ama yine de benim gözlemlediğim bir şey var," diye devam etti Fırat sözüne. "İnsanlar büyük bir şok yaşadıklarında ilk anda ya da ilk zamanlar dehşet verici bir acı içine giriyorlar. Ne yapacaklarını ve nasıl davranacaklarını bilmiyorlar. Acılarını da kendilerini de kontrol edemiyorlar. Ama bir süre sonra, daha sakinleştiklerinde, yüreklerinde akan o coşkun nehir durulduğunda daha mantıklı ve akıllıca davranmaya başlıyorlar."

"Ben o manyakça davranılan evreyi atlatamamış gibi mi görünüyorum?"

"Aslında başlamak için niyetlenmişsin gibi ama bunalımlı ruh halini bir kenara bırakıp yola devam edemiyorsun galiba."

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now