- O N İ K İ -

2.7K 401 135
                                    

Cenaze töreni oldukça kalabalıktı. Mersin sosyetesi, iş dünyası ve Muzaffer Bey'in akrabalarıyla arkadaşları caminin avlusunu doldurmuştu. Murat da cenaze namazına gelenler arasındaydı. Defne'yi getirememişti. Çünkü riskli bir hamilelik geçiriyor ve dinlenmesi gerekiyordu. Pelin buna anlayış göstermişti. Zaten Murat da cenazeye katılıp akşam uçağıyla geri dönecekti. Aslında Pelin böyle zor günlerinde Defne'nin yanında olmayı çok isterdi. Ama bazı şeyler insanın elinde olmuyordu maalesef.

Ömer cenaze boyunca Murat'a eşlik etmişti. Buldukları her fırsatta iş konuşmuşlardı. Ama Ömer göz ucuyla Pelin'i takip etmekten de kendini alıkoyamıyordu.

Pelin çok yorgun ve bitkin görünüyordu. Etrafındaki insanlar sürekli kendisini yatıştırmak istese de durmadan ağlamasına engel olamıyorlardı. Üzerinde dar siyah bir elbise onun üzerinde bol siyah renk ince bir hırka giymişti. Sanki son zamanlarda iyice kilo vermiş gibi incecik duruyordu. Gözündeki güneş gözlükleri olmasa yüzünün ne kadar çökmüş ve gözlerinin ağlamaktan şişmiş olduğunu görebilirdiniz. Başına bağladığı küçük siyah başörtüden sarı saçları bir ressamın fırçasından tuvale yansıyan ince altın çizgiler misali bukle bukle firar ediyordu.

Cenaze defnedildikten sonra Ömer Murat'ı havaalanına bıraktı. Pelinlere geri döndüğünde evin kalabalık olduğunu fark etti. Hiç kimseyi tanımıyordu. Pelin'in etrafı kalabalıktı, zaten kadınlar ve erkekler ayrılmıştı. Yine de kuran okunurken bahçenin bir köşesindeki masada oturup huşu içinde dinledi. Cenaze törenleri dünya telaşının ne kadar boş olduğunu idrak ettiği anlardan biriydi. Onca koşuşturmanın, acının, hüznün belki de güzelliklerin son bulacağı mutlak ve hakiki bir gerçeklikti ölüm. Geride kalanların, gidenlerin akıbetinden emin olamadıkları için kendilerini harap ettikleri, ölüye olan bağlılıklarından dolayı üzülüp helak oldukları duygusal bir çöküntü haliydi. Ömer bu duyguları hiç yaşamamıştı. Ölümüne üzülecek kadar sevdiği biri olmamıştı bu hayatta. Dünyası bomboştu. Sanki hayatındaki herkes o gelmeden önce gitmişti. Yine de anlayabiliyordu, acıyı tarif edemeyebilirdi ama ne olduğunu nasıl can yaktığını iyi biliyordu. Belki de bu yüzden Pelin için üzülüyordu bu kadar. Bu yüzden çok önemsiyordu böyle duyguları.

Ömer o gece otele geç bir saatte döndü. Sabah namazına kalktığında kendini boşlukta hissetmişti. Sanki bir şeyi unutmuş gibiydi. Eksik bir şeyler yapıyormuş hissi... Sıcak simitleri ve hastanenin bahçesindeki o bankı düşünüp gülümsedi. Bu kadar alışacağını düşünmemişti. Namazdan sonra bilgisayarını açıp kahve içerek güneşin dünyaya ruhunu yaymasını bekledi. Dünya ışıl ışıl bir güne hazırlanırken Ömer'in odasındaki telefon çalmaya başlamıştı.

Arayan resepsiyon görevlisi genç bir çocuktu. Sesi hem şaşkın hem de tedirgin geliyordu.

"Efendim rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın. Fakat Komiser Ahmet Bey sizinle görüşmek isteğini iletmemi istedi. Aşağıda sizi bekliyor efendim."

"Tamam, komiser beye aşağıya ineceğimi beklemesini söyleyebilirsiniz."

"Peki efendim. İyi günler."

Ömer telefonu kapatıp okkalı bir küfür savurdu. Mersin'e geldiğinden beri polisiyle savcısıyla ahbap olmaya başlamışlardı. İki günde bir karakola gidiyordu. Bu sefer ne olduğunu merak bile etmiyordu artık. Boğaç mı? Hırsızlar mı? Yoksa Pelin'in dedesinin ölümünde mi bir şüphe bulmuşlardı? Kim bilir...

Ömer aşağıya indiğinde resepsiyonun önündeki bekleme alanında koltuklara oturmuş çay içen üç sivil polisi gördü. Adamların polis oldukları her halinden belli oluyordu. Zaten Ömer'i görünce ayağa kalkmışlardı. Bunlardan bir tanesini yani Ahmet komiseri daha önceki karakol ziyaretlerinden tanımıştı genç adam.

Portakal Kabuğundan MasallarOnde histórias criam vida. Descubra agora