- O N D O K U Z -

3.5K 409 255
                                    


Pelin'le vedalaşmasının üzerinden yarım saat, Merve'yi kibarca yanından kovmasının üzerindense yaklaşık yirmi dokuz dakika geçmişti ki Ömer'in bedenine halsizlik çöktü. Kendini televizyonun karşısındaki kanepeye atmış ve rast gele kanalları tuşlamaya başlamıştı. Günlerin yorgunluğu bir anda kalbine doluşmuş gibi hissediyordu. Mersin'e geldiğinden beri yorulmak için bile fırsat bulamamıştı. Oysa ömründe hiç olmadığı kadar yorgundu. Bedeni ve sinirleri yorgundu. Bunu anlayabiliyordu. Ama kalbi de yorulmuştu bu koşuşturmacada. Bir şey için kırgın ve mutsuzdu. Ama ne olduğunu çözemiyordu. Adını unuttuğu belki de hiç öğrenmediği bir şeydi. Bunu düşünmek istemiyordu. Ama kalbi arada sızlayıp kendini hatırlatıyor ve Ömer'in hislerini sorgulamasını istiyordu. Neyi atlıyorsun Ömer?

Hiçbir şey atlamıyordu! Ölüme çok yakındı. Bunun telaşını yaşıyordu belli ki. Bir cinayetin şüphelisiydi. Fabrikada işler karışmıştı. Peşinde katil çeteleri vardı. Ve o çeteleri başına salan insanlar yüzünden de kalbi ağrıyordu. Canı yanıyordu. Ama bunu kendine bile itiraf edemiyordu. Eğer itiraf ederse kendisini zayıf ve güçsüz hissedecekti. Ama o dik durmalıydı. Ölüme meydan okumalıydı. Zaten ölüm sevdiklerine kavuşmak demek değil miydi? O zaman meydan okumasına bile gerek yoktu. Çünkü ölmekten korkmuyordu. Onu bu dünyaya bağlayan ne vardı ki?

Belki vardı. Murat mesela. Onu seviyordu. Bir abi gibi.

Belki başkaları da çıkacaktı karşısına.

Belki çıkmıştı bile!

Ölüm diyorduk. Konuyu saptırmayalım lütfen.

Bir de uyku vardı tabi. Ölümü atlatsan da uykunun ağırlığı göz kapaklarına bastırınca kaçacak yeri kalmıyordu Ömer'in. Ne ara sızdığını bile anlamamıştı.

Çalan zilin sesi ile irkilerek uyandı. Neredeydi? Otel odası? Değil. Hastane odası? Değil. İstanbul? Hiç değil.

Hah evet, burası yeni eviydi.

Derin bir nefes aldı.

Kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. İlk başta peşindeki insanlar yerini buldu sanmıştı. Ama genç kız gibi ısrarla kapı çalmalarını beklemediği için vazgeçti. Merve mi geri dönmüştü?

Ömer başını geriye attı ve gözlerini devirdi. Bu sefer kibar davranmayacağına emindi. Suratı asık bir şekilde kapıyı açtı.

"Selam."

Pelin'in de yüzünde güller açmıyordu. Kavgaya gelen bir kabadayı gibi hiddetli ve mağrurdu.

"Selam?"

Ömer şaşkınca Pelin'e baktı. Bakışlarıyla 'ne işin var burada?' diye sorarken bunu sesli olarak tekrar edecek cesareti yok gibi görünüyordu.

Pelin elindeki poşetleri Ömer'in eline tutuşturdu. Bu sırada kafasını içeri doğru uzatıp etrafı kontrol etmeyi ihmal etmiyordu.

"İlaçların arabada kalmış. Onları getirdim."

Ömer poşetleri genç kızın elinden alıp içeriyi daha rahat görebilmesi için kenara çekildi.

"Teşekkür ederim. İçeri gelsene."

Pelin kibirle Ömer'i süzdü.

"Yok gelmeyeyim. Rahatsız etmeyeyim sizi."

Ömer bıyık altından gülümsedi. Bulunduğu durum saçma bir şekilde hoşuna gidiyordu. Bu Mersin genç adamın ayarlarını iyice bozmuştu.

"Merve gitti. Yalnızım."

Pelin gergin bir şekilde gülümsedi. Dudaklarını birbirine bastırınca yanakları hafifçe yukarı kalkmış ve istemeden de olsa hem sevimli hem ürkütücü olmayı başarmıştı.

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now