- K I R K B İ R -

1.9K 303 104
                                    

kırkbir kere maşallah o zaman :)


**



Poyraz odadan çıktıktan sonra Pelin duvardaki resimlere baktı. Bir yanı Poyraz'dan iğrenirken diğer yanı fotoğraflardaki o adama, sözlüsüne, nişanlısına, kalbinin sahibine ve onunla geçirdiği anlara gidiyor ve aklı onda takılıyordu. Ne güzel anılar biriktirmişlerdi. Birçok fotoğrafta Ömer'in kendisine olan bakışlarını görebiliyordu Pelin. Ömer dalgın ve hayran bakışlarla Pelin'e bakıyordu fotoğraflarda. Genç kadın bunu o anlarda neden fark etmediğini düşündü. Şimdi fotoğraflara baktığında gerçekten aşık iki insan görüyordu. Bu fotoğrafları gördükçe Poyraz'ın kudurduğuna emindi. Yüzünde hin bir gülümseme belirdi. Ayağa kalkıp duvara yaklaştı ve elini fotoğrafların üzerinde, Ömer'in olduğu yerlerde parmaklarını gezdirdi.

Sonra pencerelere baktı. Penceredeki koruma demirlerini zorladı. Kapıyı yumrukladı. Tekmeler savurdu. Bağırdı. Küfüler etti. Tehditler savurdu.

Kısa bir süre içinde kapı açıldı ve pala bıyıklı, şişmanca bir adam içeri girip genç kadını çekiştirerek odadan çıkardı ve merdivenlere doğru yürütmeye başladı. Pelin ayağını direttiğinde sırtına değen soğuk metalin sivri ucunu hissediyordu. Sanki onu vuracaklarmış gibi! Belki de vururlardı. Yine de bundan korkmuyordu Pelin. O an aklında Ömer vardı. Sabah onun kayıp olduğunu anlayacaktı. En geç sabah Ömer harekete geçecekti. Belki de ortalığı birbirine katacaktı. Tanıdığı bildiği Ömer böyle yapardı. Sonra ne olacaktı? Poyraz ne istiyordu? Nasıl duracaktı? Pelin buradan nasıl kurtulacaktı?

Pala bıyıklı adam genç kadını evin üst katındaki yatak odalarından birine götürdü. Bu oda modern döşenmiş, şık ve aydınlık bir odaydı. Gece vakti olmasına rağmen aydınlatması o kadar iyiydi ki insan gündüz güneşi ile ayırt edemiyordu. Oda genişti. Kocaman bir yatak, koltuklar, şifonyer ve giyinme odası ile ayrıca özel bir banyosu vardı. Böyle köhne bir yerde bu lüks biraz abartıydı. Pelin buna şaşırmadı. Onun asıl şaşırdığı kendisini bu lüks ve rahat mekânda rahatsız hissetmesiydi. Ruhunun ne kadar sadeleştiğini bir daha fark etti.

Pala bıyık Pelin'i içeri iterek odaya soktuktan sonra kapıyı kapatıp kaybolmuştu. Merdiven boyunca homurdanmıştı. Tıpkı bir dizide sadece "Hodor Hodor" diyen o adama benziyordu.

Aradan saatler geçti. Bu oda da tıpkı aşağıdaki oda gibi pencereleri demirler kapatılmış, hapishane gibi bir odaydı. Pelin ilk bir saat odanın içinde deli gibi tur atsa da sonra yatağın kenarına oturup dinlenmeye çalışmıştı. Ne ara kıvrılıp uyuduğunu hatırlamıyordu bile. Sabah pala bıyıklı adam yerine daha genç ve daha suratsız bir adam gelmişti. Elinde bir tepsi vardı. İçinde peynir, zeytin, ekmek. Kuru bir kahvaltı ve sidik gibi bir çay hem de su bardağında. Bu mafyadan bozma adamlar, adam kaçırmayı biliyor olabilirdi ama yemek adabından haberleri yok gibiydi.

"Aç değilim!"

Pelin adamı tersleyerek tepsiyi itekledi.

"Bu benim sorunum değil bacım. İster yirsin ister yimezsin. Ama bana sorarsan açlıktan ölmek buradan kurtulmak için iyi bir çözüm değil."

Pelin gözlerini kıstı.

"Sana sormadım."

"Sormadın ama söyledim. Hadi ye şunları da uğraştırma bizi. Biz de çok meraklı değiliz seni besleyip burada nöbet tutmaya. Bebek bakıcısı değiliz sonuçta."

Pelin omuzlarını umursamaz bir hareketle silkti.

"Ben yalvarmadım beni kaçırın diye. Çok şikayetçiyseniz bırakın gideyim."

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now