- Y İ R M İ İ K İ -

3K 387 203
                                    


Ömer bütün gün vicdanı ile savaş vermişti. Pelin'in karşısında dilinin lâl olmasına mı yoksa genç kızın karşısına dikilip hesap sormasına mı daha çok kızgındı, bilmiyordu. Genç kızın gözlerinde deliliği görmüştü. Genç kızın gözlerinde gördüğü şey onu o kadar korkutmuştu ki ne diyeceğini bilememişti. Zaten ne diyebilirdi ki? Verecek bir cevabı yoktu. Kendine bile!

Pelin arkasına bakmadan gitmişti. Ona dur diyememişti. Durdurması gerekir miydi? Zaten giden birine dur demek Ömer'in kitabında yoktu. Pelin ve Ömer diye bir şey olamazdı. Bunu görmemek için aptal olmak gerekirdi. Pelin ve Ömer'in birlikte yaşayabilecekleri bir hikâye sonu hüsranla bitecekti. Başka bir yolu yoktu.

Ömer'in bir yanı kendini buna ikna etmiş olsa da diğer yanı onu ayıplıyor ve durmadan azarlıyordu. Niye kızın arkasından koşmadın diyordu, bir hikâyenin sonunu o hikâyeyi okumadan/yazmadan bilemezsin diyordu. Hem Pelin'le de gayet güzel yakışırsınız diyordu. Herkes bir elmanın iki yarısı olacak değildi ki. Bazı insanlar ne kadar uyumsuz gözükse de birbirlerini tamamlayıp yine birbirlerine iyi gelebilirlerdi.

Sonra Murat'ın sesini duyar gibi oluyordu Ömer. "Ne diyordu Bakara suresinde Ömer'im; Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz."

Murat'ın her konuda söyleyecek bir sözü, Ömer'in gönlünü ferahlatacak bir cümlesi olurdu muhakkak. Şimdi burada olsaydı ona danışabilirdi. Gerçi ne diyecekti? Pelin'i sevdiğini mi? Bunu kendine bile itiraf edecek cesareti kendinde görmüyordu ki! Onu sevemezdi. Sevmemeliydi. Böyle bir şey mümkün değildi. Bir daha böyle bir hataya düşmeyeceğine yemin etmişti. Yeminini çiğneyecek değildi.

Ömer derin bir nefes aldı. Elindeki çay fincanını sıkıca kavrayıp manzarayı seyretmeye devam edecekti ki telefonunun sesi onu bu zevkten mahrum bırakmak ister gibi yükseldi. Gelen çağrı gizli numaradandı. Bunun anlamını bilen Ömer'in dudakları kıvrıldı.

"Ben de ne zaman arayacaksın diye bekliyordum."

Kendinden emin ve kararlı bir ses tonuyla konuştu. Karşısındaki insanı önemsemediğini haykırıyordu sinsice.

"Biraz özlemeni bekledim. Görüyorum ki özlemişsin beni."

"Çok özledim. Ne demezsin."

Kısa bir sessizlik oldu. Uzaktan gelen bağırma seslerinden başka bir ses duyamadı Ömer.

"Ne istediğini söyle. Çok uzatmayalım."

"Ne istediğimi çok iyi biliyorsun."

"Sen de benim cevabımı gayet iyi biliyorsun."

Kısa bir sessizlik daha. Bağırma sesleri biraz daha yakınlaşmaya başladı. Sesler yakınlaştıkça Ömer tanıdık bir ses duyduğunu düşünmeye başladı. Ama yanılmış olmayı diledi.

"Ah çok pardon, seni bekletiyorum ama kız arkadaşın biraz huysuz çıktı. Bizim çocuklar bu kıza ne kadar sabredebilecek bilmiyorum."

"Ne saçmalıyorsun sen benim kız arkadaşım falan..."

Ömer konuşmaya devam edemedi. Ses şimdi telefonun diğer ucundaydı ve çok netti.

"Mal mısınız siz? Kafamdaki şeyi çıkartın diyorum. Alo! Nefes alamıyorum. Geri zekâlı mısınız? Sağır mısınız? İnsanın kafasına çuval geçirip kaçırıldığı nerede görülmüş. Gözümü bağlasaydınız ya, onu da mı ben öğreteceğim size? Çakma mafya adamları! Çukur izleye izleye herkes mafya oldu başımıza! Size diyorum hey çıkarın şunu kafamdan!"

Portakal Kabuğundan MasallarWhere stories live. Discover now