-53- Anka Kuşu

3.9K 297 149
                                    

🍁


Herkesin bir zaafı vardır. Kiminin zaafı parası, kiminin zaafı kocası, çocuğu veyahut zamanıdır. İnsanların zaafı onların yumuşak karnı olur. Kalbi en çok yaralayan bu zaaflara gelen zarardır. İnsan ancak o vakit güçten düşer, savunmasız olur, sakladıklarını uluorta döküverir.

Yağız’ın zaafı Hazan’dı. Hazan’ınki Yağız. Küçük bir çocuk olan Can’ın zaafı ise annesiydi, Melek. Gizemli Prensesini şüphesiz ki en çok seven insanların başında geliyordu annesi, en çok özleyen kişilerin de başında geldiği gibi. Herkes uyumak için köşesine çekildiğinde annesi öldü bildiği Gizemli Prensesinin fotoğraflarına bakar, içli içli ağlarken kendi kendine de konuşurdu. “Bahtsız kuzum!” derdi annesi ağlarken: “Yağızımın geçmeyecek kalp ağrısı!”

Fakat bir akşam amcası Yağız’ın ağzından çıkan “Fulya” ismi annesini şoka uğratmıştı. Öyle ki o gece “Geçmeyecek kalp ağrısı dedim ama kuzum, geçsin diye üzerini örtmeye çalışacağı aklıma gelmedi hiç. Kızma ona olur mu?” diye ağlayıp özür dilemişti bir fotoğraftan annesi. Sonrasında günlerce sürecek bir sessizlik hakim olmuştu konakta. Can’ın bu süreçte yapabildiği tek şey ise annesine sarılmak olmuştu. Bu tekdüze giden düzen ise Can Gizemli Prensesini görene, onun yaşadığını öğrenene kadar sürmüştü.

Can artık mutluydu, mutluydu mutlu olmasına ama annesinin sessizce ağladığını görmek de canını yakıyordu. Küçük kalbi onunda kendisi gibi mutlu olmasını istiyordu. Söz vermişti amcasına ama üstlendiği sorumluluk çocuk kalbine annesinin yanındayken, onun ağladığını görürken ağır geliyordu.

Hazan’ın Kandemir Konağına gitmesine üç gün kalaydı. “Dışarıya çıkalım!” diye tutturmuştu huysuzluk akan işaret diliyle Can. Dilruba sürekli yaramazlık yapıp onları işinden alıkoyan çocuğun ayağının altından çekilmesini dört gözle beklediği için annesine destek çıkmış, o da çıkmayı kabul etmişti. Ve tam o sırada da babasına denk gelmişlerdi. O da onlara katılmıştı. Ömer Ağa arabayı kullanırken çocuk parkına doğru yönünü dönecekti ki Can'ın aniden konuşması ile bir anda firen yapmıştı.

“Sinan abinin evine gidelim!” demişti Can. Melek Hanım uzunca bir süre sonra oğlunun sesini duymanın mutluluğunu yaşarken Ömer Ağa da göz yaşlarını tutamamıştı. “Ağlamayın şimdi, önce oraya gitmemiz gerekiyor. Hadi baba!”

Ömer Ağa da Melek Hanım da küçük çocuğun Sinan’ın yanına neden gitmek istediğini bilmiyorlardı ama uzunca bir sürenin ardından sessizliğini bu istekle bozduğuna göre önemli bir şey olmalı diye düşünüyorlardı. Nitekim Kandemir Konağına vardıklarında düşecek olan bombanın ortasında bulacaklardı kendilerini. Sinan tam da o gün tüm cesaretini toplayarak ailesine Hazan’ın yaşadığı müjdesini veriyor olacaktı çünkü. Can ise bunu Ece’nin telefonunda gördüğü “Bugün her şeyi anlatma günü.” diye yazan mesajda görmüştü.

O gün Barlas’ın Yağız’ın ağabeyi olması dışında her şey konuşulmuştu. Davetsiz gelen misafirlerin şaşkınlığını üzerinden attıkları andan sonra herkes öğrendikleri gerçeklerle sevinç gözyaşlarına boğulmuştu. Peyker Hanım ise tıpkı Berfin gibi hissetmişti ilk, teşhis eden bir diğer kişi oydu çünkü. Berfin ile morga girdikleri o anı hiç unutmamıştı. Ellerimin arasında büyüyen küçük kızımı nasıl tanıyamadım, diyerek dizlerini döve döve ağlamıştı. Onu teselli eden ise Melek Hanım olmuştu. 

Kötüler olmayınca iki aile arasında da düşmanlık tohumları olmuyordu. Topraklarında sevgi hayat buluyordu, dostluk hayat buluyordu. Ömer Ağa gücü kesilmiş bacaklarının onu daha fazla taşıyamayacağını anlayınca kendini Haşmet Ağa’nın yanında bulmuştu. Herkes hem gözyaşlarına boğulmuş hem de fazlasıyla özlem dolmuştu. Ömer Ağa aldıkları bu haberin ardından duygularını saklayamayacaklarını düşündüğünden apar topar ablasını aramış: “Melek’in annesi hastalanmış, oraya gidiyoruz. Birkaç gün yokuz. Merak etme abla.” demişti. Gözü yeni gelecek olan gelininin heyecanıyla boyanmış olan Dilruba ise ne kardeşinin sesindeki mutluluğu ne de ona ‘Abla’ derken ki sitemini fark edebilmişti.

GÜZ ÇİÇEĞİ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now