-9- Çalışma.

153K 3.4K 32
                                    

''Hazal,'' dedi Buğra, omzuma hafifçe dokunarak.

''Ne var ?'' diye mırıldandım yavaşça. Sesim buğulu çıkmıştı. Sanırım bunda sert bir göğüse yaslanmamın etkisi vardı.

''Uyansan diyorum. Sayende işe geç kalacağım. Senin yüzünden işittiğim azar listeme bir yenisini daha eklemek istemiyorum.''

''Hı hı.'' diye mırıldandım yeniden. 

''İyi o zaman. Babama sen anlatırsın durumu. Benim odamda kaldı falan dersin. Tabii bunu nasıl bir şekilde anlayacağını bilemiyorum.'' Yüzünü göremesem de alaycı bir tavırla sırıttığından emindim. 

Gözlerimi pörtlettim ve kafamı göğsünden kaldırdım. Hangi ara uyuduğumu bilmiyordum. En son kalp atışlarını dinlemekle meşguldüm. Biraz rahatsız bir konumda yattığım için boynum ağrıyordu ama rahat uyumuştum işte. Bir saniye. Ben ikinci kez Buğra ile mi uyumuştum yani ? 

''Evet, ikinci kez.'' Ona doğru döndüğümde yüzünde aptal bir sırıtış vardı.

''Düşüncelerimi falan mı okuyorsun sen ?''

''Çok mu kitap okuyorsun sen ?'' dedi tek kaşını havaya kaldırırken. Bir kahkaha attı ve ayağa kalktı. ''Hayır, düşünce okumuyorum ama dediklerini duyabiliyorum.'' 

Ah, salak kafam. Yine sesli düşünmüştüm. Bu huyumdan nefret ediyordum. N-e-f-r-e-t. ''

''Of, tamam, sen gitsene işine. Yine gelen kişilerden bahşiş falan istersin.''

''Tamam, gidiyorum ama o sana özel bir şeydi. Yani senden başka kimseden bahşiş istemedim.''

''Kendimi özel hissetmem mi gerekiyor ?'' dedim, ardından gözlerimi devirerek. ''Ay, bir saniye. Ben de seninle gelebilir miyim ?''

''Gezmeye gitmiyorum, Hazal. Çalışacağım.''

İşte şimdi şirin surat ifademi devreye sokmanın vaktiydi. Bugün gruptan kimseyle takılmak istemiyordu canım. Biraz değişikliğe ihtiyacım vardı. ''Ben de sana yardım ederim. Olmaz mı ?'' Yataktan kalktım ve yanına ilerleyip, önüne geçtim. ''Lütfeeeeen ?'' 

İkna edici olmanın en önemli kuralları :

-Şirin bir yüz ifadesine bürünmek. √

-Bazı sesli harflerini uzatmak. √

Yani tamam, pek şirin bir ifadem olduğundan emin değildim ama yine de 'şirin ifade' kategorisine giriyordu. 

''Hem bak fazla konuşmayacağıma söz veriyorum, sessiz duracağım.'' Lütfen kabul et, lütfeen. 

''Tamam o zaman. Ama sözlerini bozmak yok. Fazla konuşmayacaksın. Anlaştık ?'' 

''Tamam,anlaştık.'' 

''Bu sıkıcı kıyafetleri giymesem olmuyor muydu ?'' dedim üstümdeki kırmızı ve siyah renklerinden oluşan kıyafete bakarken. Üstümde kırmızı, kollarını dirseğime kadar kıvırdığım bir gömlek vardı. Altımda ise dizlerimin bir karış üstünde biten dar bir siyah etek. Çok-çok-çoookkk resmiydi. İş kadınlarına benzemiştim.

Elindeki elmadan bir ısırık aldı ve ''Gelmek isteyen sendin.'' dedi omuz silkerek. Elmayı öyle bir iştahla yiyordu ki benim bile canım çekmişti. 

''Ama sen hep istediğin şeyleri giyiyorsun, ben niye böyle giydim ki ?''

Sırıttı. ''Normalde giymen gerekmiyordu ama sana işkence çektirmek hoşuma gidiyor.'' Elmadan bir ısırık daha aldı. Ağzı elma ile doluyken konuşuyordu. ''Bu yüz ifadelerini hç unutmayacağıma emin olabilirsin. Bak mesela şu anda yüzün kızarmaya başladı.''

Cevap vermedim. Pislik. Sırf beni sinir etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. 

''Cevap vermeyecek misin ?''

Başımı iki yana doğru salladım. Eğer hiç konuşmazsam sinirleneceğini biliyordum. Sırf inadına gitmek için yapmayacak şeyim yoktu maalesef. 

''Ama böyle sana sataşmanın hiçbir zevki olmaz ki.'' dedi, yaramaz çocuklar gibi.

Omuz silktim ve yürümeye devam ettik. Resepsiyona geldiğimizde yeni bir müşteri gelmişti. Kumral, minyon tipli bir kadındı işte.

Buğra'dan başka müşterilere odalarına gitmelerine yardım eden kişiler de vardı. Yani tek çalışan o değildi. Ve fark ettiğime göre gelen herkese kocaman bir sırıtmayla bakıyordu ve yardım ediyordu. Bana neden ilk geldiğimde o kadar moron davrandığını anlayamamıştım. Onlardan bahşiş bile istememişti ! Şu anda diğer gelenleri kıskanmaya başladığımı hissediyordum. Zaten pek de çalıştığı söylenemezdi. Canı sıkıldığında gidip yemek yiyordu. Ve ben de o kadar acıkmıştım ki, daha ilk molada karnımı tıka basa doyurmuştum. Çünkü dün neredeyse hiç yememiştim bile. Şuraya dikkat çekmek istiyorum, hiç konuşmamıştım. O da artık bir süre sonra beni konuşturmak için çabalamayı bırakmıştı. Ama patlama anı yemekhanede otururken gelmişti. İkimiz de bu saçma konuşmama oyunundan sıkılmıştık ama ilk tepki Buğra'dan gelmişti. 

''Sana yalvarıyorum, lütfen konuş Hazal. Bir daha sana geveze falan da demeyeceğim, söz. Ama lütfen suskun suskun durma.'' dedi, elindeki sandviçi masaya bırakırken. Tabii bu sözlerinin üstüne boğazımdan geçmekte olan sandviçim de boğazımda takılı kalmıştı. Hafif bir öksürükten sonra kendimi zorladım ve yutmayı başardım. 

''Ciddi olamazsın.'' dedim, başımı hafifçe iki yana doğru sallarken. ''Bana 'konuşmayacağına söz ver' diyen sen değil miydin ?''

''Ben fazla konuşma demiştim, hiç değil.''

''Bir şartım var o zaman.'' Aferin, Hazal. Konuşmak için bile karşılık istiyorsun. 

''Ne şartı ?'' 

''Kaan ile neden ayrı yerlerde yaşadığınızı anlatacaksın. Günlerdir meraktan çatlıyorum.'' dedim hızlıca. İki elini de birleştirerek masaya koydu ve masaya üstünden bana doğru yaklaştırdı kafasını. ''Sen de Kaan ile nereden tanıştığınızı anlatacaksın o zaman.''

''Ama bu haksızlık. Sen bana soru soracaksan benim sana soru sormamın bir anlamı kalmıyor ki.'' dedim cümlelerimi toparlamaya çalışarak. Bu etek ile oturmak o kadar rahatsız ediciydi ki konuşmak bile can sıkıcı geliyordu. ''Hem sen bana 'Kaan'dan öğrenirim' diyerek artistlik taslamıyor muydun ? Ne oldu, anlatmadı mı yoksa ?'' dedim dalga geçer bir tonda. 

''Eğer sorsam anlatırdı ama sormadım. Senden duymak istiyorum.'' 

''Tamam ama ilk sen cevaplayacaksın.'' dedim inatla. Ay, keşke ceza konusunu sorsaydım. 

Başını evet anlamında salladı. İşte şimdi sorularımdan biri çözüme ulaşacaktı. 

Sen Gitmeden Önce.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin