-32- "Kampa mı gitsek ya ?"

123K 2.3K 106
                                    

"Şaka yapıyorum de," dedim ifadesiz bir suratla. Ne tepki vereceğimi bile şaşırmıştım. Bu muydu yani isteyeceği şey ?

"Yüzde yüz gerçek. Ve sen de bu teklifimi kabul etmek zorundasın."

Üstümdeki o saçma şaşkınlığını attığım gibi ellerimi Buğra'nın boynuna doladım. "Sana inanamıyorum !" diye bir cümle çıktı kahkahalarımın arasından. "Bunu kabul etmem için kazanmana gerek yoktu. Söyleseydin hemen kabul ederdim zaten." Boynuna o kadar sıkı sarılmıştım ki, nefessiz kaldığına bile emindim. Aynı şekilde o da sarmıştı bedenime kollarını.

Kollarımı boynundan çekip eski halime döndüm, yüzümde hala kocaman bir sırıtış vardı. "Ya hadi hadi kalk, Onur öküzünün yanına gidelim hemen. Sonra da evleri araştıralım. Ya inan-"

Sözümü yarıda kesen şey ne Buğra'nın kelimeleri, ne de bir başkasının bana seslenişiydi. Aksine, sözlerim sıcacık iki dudak tarafından bölünmüştü. Bedenim, dudaklarım, mimiklerim ve ben olmak üzere hepimiz bu hareketten fazlasıyla memnunduk. Dudakları bana sarhoşluk hissi veren en büyük nedendi, hatta içkiden bile daha fazla.

"Şu vıcık vıcık iğrenç şeyi benim yanımda yapmak zorunda mısınız cidden ?" dedi dert yanan Berk. Sevgilisi olmadığı için bize laf atmaktan geri kalmıyordu.

Buğra ile dudaklarımızı hızlıca ayırdık ve başımı Buğra'nın yanından sarkıtıp Berk'in oturduğu tarafa baktım. Her zamanki gibi Selin'in yanında oturuyordu ama morali pek de yerinde gibi görünmüyordu. Eskisi gibi Selin'in dediği her şeye kahkaha atması gerekirken, boş boş bakıyordu. Berk'in ifadesiz bakışları en sonunda bana ulaştığı zaman gözlerimle Gökçe denen kızı işaret ettim. Kız bana bakmıyordu, Selin ile hararetli bir konuşma içine girmişlerdi. Berk'ten aldığım tepki ise gözlerini kocaman açarak bana bakması olmuştu, o ifadesiz ve boş bakan suratından eser kalmamıştı.

Aptal bir fikir olduğunu vurgularcasına, sıkıntılı bir nefes verip kafasını yine önüne çevirdi.

Ben de Buğra'ya döndüm. "Hadi gidelim artık."

"Biz niye onun ayağına gidiyoruz ki, kendi gelsin pezevenk." Biraz önce eline aldığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi ve çakmağı almak için elini elime doğru uzattı. Ama direkt olarak elimi sıkı sıkı kapattığım için eli havada kalmıştı.

"Bu mudur yani ?" deyip elimi açtım ve avucumun içindeki çakmağı parmaklarımın arasına alıp sigarasının önüne getirdim. "Şimdi de pezevenk diye mi hitap ediyorsun Onur'a ?" Cümlemin arasında sigarasını yakmıştım bile. Konuşmam biter bitmez iki parmağının arasına aldı sigarayı, kafasını arkaya doğru attı ve 'o' şekline büründürdüğü dudaklarının arasından griye dönük bir duman bulutu çıkardı. Havaya dağılan dumanın ardından, başını bana çevirmeden "Bu lakaptan sıkıldığım an başka bir şekilde hitap edebilirim ama şimdilik iyi bu, tam ona göre." diye yanıtladı sorumu.

Bakışlarını bana çevirdiği zaman dudaklarının uçlarının kıvrılıp, hafif bir gülümseme oluşturduğunu fark ettim.

"Seninle uğraşacak halim yok," dedim cebimden telefonu çıkartırken. "Onur'u arayacağım."

Rehberde Onur'un numarasını buldum ve arama tuşuna bastım. Dördüncü çalışta bile açmayınca kapatmaya yeltenmiştim ki, Onur'un "Alo ?" diyen uykulu sesi kulağımı doldurduğunda duraksadım.

"Daha geldiğimiz kaç saat oldu ama sen hala yatıyorsun ya." diye homurdandım. "Çabuk uyan ve meydana gel." Ve sonra cevap vermesini bile beklemeden telefonu kapattım, onun da cevap vermeyeceğini biliyordum çünkü. Ama hemen uyanıp, hazırlandıktan sonra yanımıza geleceğinden adım gibi emindim.

Sen Gitmeden Önce.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin