-11- Yolculuk.

154K 3.7K 177
                                    

''Hey, sakin ol.'' dedim, Buğra'ya. Direksiyonu kavrayan parmaklarını o kadar sıkmıştı ki ya direksiyonu ya da parmaklarını kıracak zannettim. Onu dememle birlikte ellerini gevşetmişti. Ama şimdi de elleri titriyordu. ''Lanet olsun !'' dedi, direksiyona hızlı bir şekilde vururken. Hıncını direksiyondan çıkaracak gibi görünüyordu. Arabayı kenara çekti ve durdurdu. Kafasını da direksiyona yaslamıştı. Eliyle hala yavaşça vuruyordu. Direksiyonla alıp veremediği neydi onu bile anlamıyordum. Sanki vuracak başka şeyler yoktu. Aslına bakarsanız evet, yoktu. ''Lanet olsun. Lanet, lanet..'' deyip duruyordu. ''Şşştt, sakinleş.'' dedim ve elimi, direksiyonun üstünde duran elinin üstüne koydum yavaşça. Dokunuşumla sakinleşmişe benziyordu. Yani artık saçma salak bir şeyler demiyor veya bir yerlere -ki vursa, bu yine direksiyon olurdu- vurmuyordu. Kafasını direksiyondan kaldırıp bana çevirdiğinde çekmiştim elimi. Çok dikkatli bakıyordu. Dikkatini dağıtmak için, ''Çok sıkıcısın. Pozitif şeyler düşün.'' dedim. Salak kafam. Çocuğun ablası kaza geçirmiş benim dediğim şeye bak. 

''O zaman konuş, Hazal. Kafamı dağıt. Yoksa çıldıracağım.'' dedi ve kısa bir duraksamadan sonra anahtarı tekrardan çevirdi. Ve yola koyulduk.

Burada resmen sinir krizine girecekti. Aslında Teen Wolf'ta, Lydia'nın Stiles'ı sakinleştirmek için yaptığı gibi onu öpebilirdim. Ama hayır, öpemezdim. Konuşmak iyiydi ! Konuşacak konular bulmam gerekiyordu. ''Ama ben böyle birisi konuş deyince konuşamam ki.'' dedim arkama yaslanıp camdan dışarı bakarken. Hava karanlıktı ve bizim yola çıktığımız daha 15 dakika falan olmuştu.

''Ah, Kaan ile nereden tanıştığımı anlatacaktım.'' Yüzümü bir sırıtış kapladı. Konuşacak bir şeyler bulmanın sevincini yaşıyordum. Niye bu kadar sevindiysem artık. ''Sen anlattıktan sonra anlatmayı unuttum ben.''

Bana kaçamak bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladım. Ona tüm olayı anlattım. Yani Kaan ile nasıl tanıştığımızı. 

Dediği ilk şey ''Vay canına.'' olmuştu. Gözü yoldaydı ama ara sıra bana da çeviriyordu başını. Sakindi. Yani 10 dakika öncesinden daha sakin. ''3 yıl önce mi demiştin ?'' diye bir soru yöneltti. 

''Evet.'' 

''Bu olay İstanbul'da mı geçti ?''

''Beni nerenle dinliyorsun sen ?'' diye sitem ettim. ''En az 10 kere İstanbul dedim sana.''

''Kafam karıştı da o yüzden.'' dedi ve trafik ışıklarının orada durdu. Tam da oraya geldiğimizde şansımıza kırmızı ışık yanmıştı. 

''Niye kafan karıştı ki ?'' Bu sefer soru soran taraf bendim.

''İstanbulda olmadığını sanıyorduk. Yani sizin olay temmuz civarında olduysa bizim bildiğimize göre.. Hayır, İstanbulda değildi.'' dedi, ışıklara tekrardan göz atarken. ''Bize neden söylemedi ki burada olduğunu ?'' Şu son cümlesini kendine demişti. Kendi kendine mırıldanıyordu işte. 

''Bu arada 'Temmuz civarında' değil 13 temmuzda oldu o olay.'' dedim, cümlesini düzelterek. ''Doğum günümde.'' Ben de aynı onun gibi son cümlemi kendi kendime söylemiştim. Duyup duymadığından emin değildim. Ama bana hiçbir şey sormadığına veya söylemediğine göre demek ki duymamıştı. Önemsemedim ve tekrardan yolumuza devam ettik. İnanın bana, saatlerce nasıl konuşacağımı bilmiyordum. Ama onun tarafından geveze sıfatına layık görüldüysem, bunun hakkını vermem gerekirdi, değil mi ? 

''Sen üniversiteye gitmeyi planlamıyor musun ?'' diye bir soru çıkmıştı bir anda ağzımdan. Demek ki neymiiiş ? Kendimi zorlayınca akıllıca konuşma konuları bulabiliyormuşum. 

''Bilmiyorum. Belki tekrardan sınava girerim, belli olmaz.'' dedi umursamaz bir tonda. ''Sen ?''

''Eğer bu sınav puanım düşük gelirse seneye sınava tekrardan girmeyi planlıyorum. İyi bir yer kazanmam gerekiyor. Bu yüzden İzmir'e döndüğümde inek gibi çalışmaya başlayacağım.'' 

Sen Gitmeden Önce.Where stories live. Discover now