-40- Gerçeklerin acı versiyonu.

107K 2.2K 160
                                    

Arya'dan,

Oturduğum rahatsız hastane koltuklarından birinde kıpırdandım. Duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissediyordum.

Biz buraya geleli 1 saat, Kaan ameliyata alınalı ise tam tamına 2,5 saat olmuştu. Ama hala ne gelen vardı ne giden. İçeriden alacağımız tek iyi haber ümitlenmeme yetecek olsa bile, sanki tüm her şey inadıma gerçekleşiyormuşçasına kimse bir ses bile çıkarmıyordu.

Kalan ufak tefek ümitlerim tepetaklak olmuşçasına yere çakılırken kollarımı bedenime sardım.

Ölüm sessizliğine bürünmüştü tüm koridor, herkes kendi köşesine çekilmişti.

İlk geldiğimizden beri yerinden bir an olsun ayrılmayan Buğra, yanındaki Hazal ile birlikte yerde oturuyordu. Gökçe, Bora, Selin, Berk ve Onur tam karşımdaki koltukları ; Tuğba, Doruk ve Ada ise benim yan taraflarımı kuşatmışlardı. Eğer ağlayacak veya krize girecek olursam yanımda bulunmalarının daha mantıklı olacağına karar vermişlerdi sanırım.

İşte bu konuda tamamen yanılıyorlardı.

Buğra'nın, Kaan'ın kaza geçirdiğini söylediği ilk zaman derin bir ağlama krizine girmiştim, evet. Ama hastaneye geldiğimiz ilk andan itibaren derin bir sessizliğe gömülmüştüm.

Ne ağzımı açıp bir şey söylemiştim, ne de bir damla gözyaşı akıtmıştım.

Hissizlik... ilk defa bu kadar çekici geliyordu.

Belki depresyon aşamalarındaydım, belki de 'Acı dayanılmaz hale gelince hissizleşirmiş insan.' sözünün canlı örneğiydim. İki seçenek de makul bir cevap gibi geliyordu gözüme.

Ama asıl cevap, ne tepki vereceğimi şaşırmamdı.

Ağlamak istiyordum.

Etraftaki tüm her şeyi yıkıp dökmek istiyordum.

Bağırıp çağırmak istiyordum.

Ama en önemlisi, bir şeyler yaparak acımı geçirmeye çalışmaktansa, Kaan'ı görmek istiyordum. İçimde birikmiş tüm o zehirli duyguları başka bir şekilde yok etmenin bir yolu yoktu çünkü, tek çıkış noktam Kaan'dı.

Ameliyathane kapısı açıldı ve içeriden bir hemşire çıktı hızlı adımlarıyla. Ben de dahil olmak üzere, hepimiz anında ayağa kalkıp etrafını kuşatmıştık.

Bizimkilerden çıkan "Nesi var ?" gibi cümleler birbirine karışırken, hemşire tüm bu sorulara alışıkmışçasına ifadesiz bir yüz şekliyle, belki de defalar tekrarlamasından dolayı ezberlediği sözcükleri söyleyip adımlarını yeniden hareketlendirdi. "Doktor birazdan gerekli açıklamayı yapar."

Bu kadardı.

"Bir şey söylesinler !" diye bağırdım bir anlık tereddütten sonra. Hastaneye geldiğimiz zamandan bu yana ilk defa açmıştım ağzımı ve bu hepsinin bakışlarının bana çevrilmesini sağlamıştı. O kadar kötü bir durumdaydım ki, bakışlarındaki anlamı bile çözemiyordum.

Tam da içerideki doktorlara ve biraz önce önümüzden geçen hemşireye saydırmaya başlayacaktım ki, ameliyathanenin kapısından çıkan adam sayesinde tüm sözcükleri geri yutmak zorunda kaldım.

Adımları, filmin heyecanlı taraflarındaki yavaşlatılmış sahnelerdeki gibi işliyordu, yavaş yavaş. Ya da o kadar heyecanlıydım ki sadece ben öyle hissediyordum.

Tam yanımıza ulaştığında durdu ve ellerini cebine soktu, bu hareketi yapmadan önce bakışları hepimizin üstünde gezinmişti.

Neye bakıyordu, ne kadar dağıldığımıza mı ?

Sen Gitmeden Önce.Where stories live. Discover now