47. Bölüm: "En az senin kadar."

5.9K 391 84
                                    




"Bu..." dedim. Dilim tutulmuş gibiydi. Elimi parlak taşlarda gezdirmeye başlarken "Çok güzel." diye mırıldandım.

"En parlağını bulmaya çalıştım." deyince ona baktım. "Bu taşlar gerçek mi?" diye sorduğumda "En az senin kadar." dediğinde gülümsemeden kendimi alamadım.

İlk bakışta rengi pembe gibi görünse de, beyaz olduğunu ışığa tutunca anlayabiliyordum. Maskenin köşelerinde parlak taşlar varken, bir kraliyet ailesinden çıkmışçasına işlemeler ortasını süslüyordu. Sol tarafında parlak tüyler vardı.

"Çok dikkat çekici." dediğimde rahat bir şekilde omzunu silkti. "Senin kadar değil." güldüm.

"Sen nereden öğreniyorsun bunları?" arabayı çalıştırırken "İçimden geldiği gibi davranıyorum sadece." dedi.

Küçük bir çocuk gibiydim. Hani aldığınız bir eşya sanki rüya gibi gelirdi ya, sabah kalkar kalkmaz koştuğunuz ilk şey aldığınız eşya olurdu.

Bazenleri, sanki sabah uyandığında kaybolacakmış gibi hissettiğinde onları yanından ayırmazdın. Hemen yastığının baş ucunda koyardın, uyumaya çalışırken gözünü açıp açıp gerçek mi diye sorgulardın...

"Eziyet ettiğim insanların dişlerini söküp oraya yapıştırdım, iyi olmuş mu?" şok içinde kalakalıp maskeyi fırlatacağım esnada, kıvrak bir refleksle yakaladı ve "Şakaydı." deyip göz kırptı.

"Komik değilsin." somurttum. "Komikti."

"Ayrıca buna nasıl inanabilirsin?" şimdi de dalga geçiyordu. "Senden her şeyi beklerim." homurdandım.

Bana yandan bir bakış atarak "Çok kabasın." diye söylendi.

"Bu maskeyi yaparken ne kadar zorlandım haberin var mı? Bir teşekkür bile yok..." kendi kendine mırıldanırken "Sen mi?" dedim şaşkınlıkla.

"Sen mi yaptın yani?" duraksadı.

Sanki yanlış bir şeyi söylemiş gibi yüzü buruştu. "Elbette hayır." dedi itiraz ederek.

"Yaptırdım." kendini düzeltti. "Hatta bu taşları bulmak için çok zorlandım." yüzü tekrar buruştu. "Zorlandılar yani."

Omzumu silktim. "Teşekkür ederim."

"Beğendin mi?" gözlerimi devirdim. "İlla o lafı ağzımdan almadan rahatlamayacaksın değil mi?" cıkladı. Kendini övmeden beni asla rahat bırakmayacaktı, biliyordum. "Sen insanı deli edersin." dediğimde sırıttı.

"Biliyorum." dedi imayla. Tam on beş dakika önce yaşananları kast ettiğini fark edince omzuna vurdum.

"Çok haklıydım onda tamam mı?" başını salladı. "Tamam." kaşlarımı çattım.

"Şu an senin bana karşı çıkman falan gerekiyordu, iyi misin?" sahte bir endişeyle sordum.

"Sana da ne yapsak yaranamıyoruz." dedi. Güldüm. "Tamam ya, şaka yapıyorum."

"Komik değildi."

"Yo." dedim tıpkı onun gibi. "Komikti."

Gözlerini kıstı. "Asla öcünü almadan rahatlamıyorsun değil mi?" omzumu silktim.

"Ee ne derler bilirsin, ödeşmek adettendir." anlamayarak bana baktığını fark ettiğimde "Tamam sen bilmiyorsun." dedim ve elimi salladım.

"Her neyse."

"Bana küfür etmediğini varsayıyorum." dediği esnada yollardan ajansa doğru gittiğimizi anlamıştım.

"Sana küfür etsem bunu açık açık yapardım merak etme." dedim. "Tıpkı on beş dakika öncesi gibi."

"Vahşisin, lütfen beni korkutma." dalga geçiyordu. Akın'ın benimle konuşurken dalga geçmediği bir kısım yoktu zaten.

"Ayrıca biz ajansa mı gidiyoruz?" diyerek konuyu değiştirdim. Bunu anlayarak bana ayak uydurdu.

"Sana bunu vermek için gelmiştim." kucağımdaki maskeyi gösterdi. "Verdiğime göre geri dönebilirim." maskeyi hatırlattığında tekrar kucağıma baktım ve sıkı sıkı kavradım. "Hemen mi döneceksin?" dedim.

Oysa ne dediğimi fark etmiyordum bile. "Evet?" dedi sorar bir biçimde. "Anladım." mırıldandım. "Sen ne isterdin?" dudaklarımı büzüp bilmem manasında omzumu silkerken "Hiç." dedim.

"Ayrıca oradan burası da yormuştur seni şimdi." saçmalıyordum. "Yol yorgunluğu falan." kesinlikle saçmalıyordum.

"Jetlag falan da oldun mu bari?" birini beni durdurması gerekiyordu çünkü Akın'ın bile 'ne saçmalıyorsun?' bakışlarına maruz kalıyordum şu an.

"Neyse sen git bari." dedim. Ajansın biraz gerisinde arabayı durdurdu. "Burada kalmamı mı istiyorsun?" diyerek açık açık konuştuğunda kaşlarımı çattım. "Ne alakası var?"

Uzun bir süre yüzümü inceledi, bir şeyleri tartıyor gibi görünüyordu.

Arabadan indim, maskeyi poşete koyacağım sırada bunu engelledi. Bileğimi yakan sıcak tenine çevrildi bakışlarım. "Ne oldu?" diye mırıldandım.

"Kaybetme." dedi. "Sakın güvensen dahi kimseye verme."

Anladım.

"En çok güvendiğine bile güvenme küçük hanım."

Anladım.

Kimseden bahsetmiyordu ama kimlerden bahsediyordu..."Anladım." dedim kısaca.

Poşeti onun elinden çekerek arabanın kapısını kapattım ve tozlu yolda kaybolmasını izledim.

Belki o an farkında değildim ama,

Bu iş beni tahmin ettiğimden çok daha fazla yaralayacaktı.

ŞEYTANIN ÇIRAĞIWhere stories live. Discover now