24. Bölüm: Gözyaşı.

27 7 22
                                    

Ben artık uzmanlığımı almış bir doktordum. Hafta sonuna geldiğimiz için bugün hastaneye değil, şirkete gidecektim.

"Ben aşağıda bekliyorum, gelirsin." dedi Evgin. Ona başımı salladım ve hazırlanmaya devam ettim. Bugün, ikimiz de zorunda olmadıkça konuşmuyorduk.

Evgin odadan çıkar çıkmaz telefonum çalmaya başladı, arayan Ateş'ti. Telefonu açıp hoparlöre aldım.

"Efendim?" dedim rujumu sürerken.

"Uzmanlığını almışsın," dedi, gülümsedim. "Aferin yavruma."

"Sağ ol." dedim. "Bu akşam ne yapıyorsun?"

"Aslına bakarsan, hiçbir şey." dedi. "Bugün şirkettesin, değil mi? Azıcık geleyim de eğlenelim."

Güldüm.

"Neden olmasın?" Makyaj masasından kalktım.

"Tamamdır, bir saate odandayım. Umarım bugün de mini etek giymişsindir."

Aynadan kendime baktım, gerçekten de siyah, mini etek giymiştim.

"Odaya kamera falan mı taktırdın?" dedim.

"Ezberledim, diyelim." dedi. "Kırmızı rujun da yakışmış."

Kırmızı ruj sürmüştüm.

"Sen... Bunları nereden-"

"Biliyorum kızım seni." dedi gülerek. "Hangi parfümü sıktığını bile biliyorum."

"Odama gelince doya doya koklarsın artık." dedim gülerek ve telefonu kapatıp aşağı indim.

Şirkete geldiğimizde ikimizde tek laf etmeden odalarımıza gittik.

Aradan bir saat geçmişti, kapı tıklanınca Ateş'in geldiğini tahmin etmiştim.

"Gel!" diye seslendim. Kapı açıldı.

"Ezgi Hanım, Ateş Bey geldi. Randevu ayarlamak istedim ama kabul etmedi." dedi Ceyda.

"Tamam, sorun yok. Gelsin." dedim. Ceyda gitti ve Ateş geldi.

"Ezgi Hanım, girebilir miyim?" dedi Ateş gülerek. Onu görünce gülümsedim ve ayağa kalktım.

"Hoş geldin." dedim. "Bu kadar erken beklemiyordum."

"Bekliyordun." dedi kapıyı kapatırken. "İşe o kadar odaklanmışsın ki saatin geçtiğinin farkında bile değilsin."

"Neyse işte..." dedim ve önümdeki koltuğu gösterdim. "Otursana."

Ateş oturduktan sonra etrafa bakındı.

"Odan ne güzelmiş. İyi ki perdeler var." dedi. İma ettiği şeyi anlayınca kahkaha attım.

"Yine formundasın." dedim ve dudağımı dişledim.

"Sende..." dedi dudaklarıma bakarak.

Daha yarım saat bile geçmeden biz adeta birbirimize yapışmış bir şekilde öpüşüyorduk. Dudak dudağayken kapıya doğru ilerledim ve yavaşça kapıyı kitledim. Ateş beni duvara yasladığında inlemeden edememiştim.

Ateş eliyle mini eteğimin üstünden kalçamı okşuyordu. Bu oldukça tatmin edici bir histi.

Kapının tıklanmasıyla öpüşmemize son verdik ve aynı anda kapıya döndük.

"Ezgi Hanım?" Seslenen Ceyda'ydı.

"Müsait değilim Ceyda." dedim nefes nefese olduğumu belli etmemeye çalışarak. "Ne oldu?"

"Evgin Bey'in sizinle konuşacakları varmış. Acil dediler."

"Bir saat sonra odama gelsin!" diye seslendim. Ceyda'nın kapıdan uzaklaştığını duyunca Ateş'le birbirimize döndük.

"Bir saatimiz var..." dedim ve gülümsedim.

"Bir saat fazla bile..." dedi ve tekrar öpüşmeye başladık. Tek hareketle beni kucağına aldı. Kollarımı ve bacaklarımı ona doladım.

Ateş beni uzun, siyah ve deri koltuğa yatırdığında onun gömleğinin düğmelerini açmakla meşguldüm.

Anlık bir hareketle döndüm. Bu sefer ben onun üstündeydim. Düğmeleri açarken bilerek elimi ağırdan alıyordum.

"Ezgi!" dedi fısıldayarak bağırarak. "Bir saatimiz var."

Güldüm ve gözlerine baktım.

"Umurumda bile değil..." dedim hızlıca nefes alıp verirken. O sırada Ateş eteğimin fermuarını açmış aşağı indiriyordu.

Bir saat sonra kendimizi nefes nefese bir halde koltuğa attık.

"Bu sefer oldukça iyiydi." dedim yattığım yerden ona dönerek.

"İyiydi." dedi beni onaylayarak. "Şirket, evden daha iyi sanki..."

"Biri bizi yakalasa yanarız." dedim gülerek.

"Yanıyoruz zaten..." dedi dudaklarıma bakarak.

Ateş odadan çıkarken kendime çeki düzen veriyordum. Geçirdiğim en eğlenceli bir saat olmuştu ve fazlasıyla dağılmıştık.

Tam sandalyeme oturmuştum ki Evgin resmen kapıyı kırarak odaya girdi.

"Yavaş!" diye bağırdım ayağa kalkarak. "Neyin var senin!"

"Asıl senin neyin var?" dedi öfkeyle. "Saatlerdir çıkmadın odandan, sana bir şey söylemeye geliyorum, erteliyorsun."

"Olabilir?" dedim.

"Olamaz!" diye gürledi. "Zaten okula gittiğin süre boyunca işlerini ben yaptım. Sen şimdi buradasın ama işler yürümüyor!"

"Ne demek istiyorsun Evgin?"

"Sen çok iyi anladın bence!" dedi. "Sen buraya çalışmaya değil, Ateş'le buluşmaya gelmişsin."

Son cümlesini duyduğum an hayretle ona baktım. Ateş'in burada olduğunu nereden biliyordu?

"Bilmiyorum mu sanıyorsun, şirkete kim girip çıkıyor?" dedi ve bana bir adım yaklaştı, aynı şekilde bir adım geri gittim. "Babam bunları bir duysa, sen o zaman unut bu evliliği."

"Unutmak istiyorum zaten!" dedim. "Bu evliliği istediğimi kim söyledi sana?"

Duraksadı ve hiçbir şey söylemedi.

"İkimizin de birbirinden sakladığı şeyler var, görmüyor musun!" dedim. "O günü unuttun herhalde? Her yeri yıkıp dökmüştün!"

Beni dinlemeye devam etti.

"Ben ertesi gün sana soru sormadım. Hiçbir şey olmamış gibi davrandım, kaldığımız yerden devam ettim!" dedim. "Sen şimdi beni babama şikayet etmekle tehdit ediyorsun."

"Aynı şey değil!" diyerek bu sefer o yükseldi. "Ben burada ikimizin de yerine çalışırken sen Ateş'le ne yapıyordun bu odada?"

Başımı öne eğdim.

"Eğer bu işleri bir an önce yoluna koymazsan, doktorluğu unut."

İki kelime. Sadece iki kelime gözlerimin dolmasına yetmişti.

Doktorluğu unut.

Evgin kapıdan çıkıp giderken arkasından bağırdım.

"Beni tehdit etmeye hakkın yok!" dedim ve oturup ağlamaya başladım. Evgin çoktan çıkmıştı odadan.

Sanki istemeyerek söylemişti bunu. Mesleğime ne kadar bağlı olduğumu biliyordu. Üstelik benimle gurur duyuyordu. Neden beni bununla tehdit ediyordu o zaman?

Evgin benim aşkım olmamıştı. Sevgilim olmamıştı. Arkadaşım olmamıştı. Eşim olmamıştı.

Evgin, benim sadece gözyaşım olmuştu.

RastlantıWo Geschichten leben. Entdecke jetzt