42. Bölüm: Yasak.

20 6 13
                                    

Evgin'den:
Gece eve Savaş ve Barış'la gelmiştik şirketten. Ben etrafıma bile bakmadan merdivenlere yönelmişken duyduğum sesle başımı çevirdim.

Ezgi'nin sesi.

Salona girdiğimde koltukta Sasha ve Ezgi'yi gördüm.

"Sasha?" diye fısıldadım Ezgi'nin uyuduğunu görünce.

Sasha bana hüzünlü bir bakış attıktan sonra gözünü Ezgi'ye çevirdi.

"Şş..." ya da "Tamam..." diyerek Ezgi'yi sakinleştirmeye çalışıyordu o uykusunda sayıklarken. Bir yandan da saçlarını okşuyordu.

Ezgi'nin hizasına eğildiğimde "Anne..." diyerek sayıkladığını duydum.

"Kabus görüyor." dedi Sasha.

"Ona ilaç verdiğimi öğrendi..." dedim iç çekerek.

"Söyledi." dedi Sasha başını sallayarak.

"Yapmak zorundaydım." dedim Ezgi'ye bakarak.

"Yapmak zorundaydın, ama, akşama kadar içmiş sahilde." dediğinde aniden ciddileştim.

"Ne?" dedim. "Nasıl?"

"Bildiğin." dedi omuz silkerek. "Sahip çıksaydın da kaçmasaydı evden."

"Tamam, gelme üstüme." dedim ve ayağa kalktım. "Sabah konuşuruz."

"Eminim." dedi soğukça. Bana değildi siniri, yaşadıklarımızaydı.

Ertesi gün...
Ezgi'den:
Gözlerimi açtığımda salonda, koltukta yatıyordum. Dün çok ağladığımdan gözlerim yanıyordu.

Etrafıma baktım, kimse yoktu. Ayağa yavaşça kalktım karnımı tutarak. Evgin'in şirkete gittiğini umarak merdivenleri çıktım ve odamıza girdim.

Evgin yoktu.

Hızlıca üstümü değiştirdim. Siyah bir bluz ve siyah, asimetrik bir mini etek giymiştim. Dizlerime kadar uzanan deri, topuklu çizmelerim de siyahtı.

Saçlarıma çeki düzen verip koyu bir makyaj yaptım ve dışarı çıktım yeniden. Geç uyuduğumdan geç uyanmıştım. Saat öğleyi geçmişti.

Zahit baba yurtdışında olduğu için şanslıydım.

Evden çıktığımda siyah arabama bindim. Şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğuna siyah çantamı koymuştum.

Siyah, beni ifade eden tek renkti.

Her ne kadar geçirdiğim kaza sebebiyle izinli olsam da hastaneye gidecektim. Acilde birkaç saat hasta bakıp vaktin geçmesini sağlayacaktım, akşam ne yapacağım belliydi...

Hastaneye geldiğimde binanın önünde durup 'Yesari Hospital' yazısına baktım. Duyduğum ambulans sesiyle başımı çevirdim ve acil tarafına koştum.

"Nedir?" dedim, çoktan ambulansın yanına gelmiştim.

"Yirmili yaşlarda, kadın. Evinde yangın çıkmış. Ciğerleri oldukça etkilenmiş ve vücudunun çeşitli yerlerinde yanıklar var. Bilinci kapalı."

"Sekiz numaraya alın!" diye seslendim. "Entübe edeceğim."

"Hocam?" dedi hemşirelerden birisi beni gördüğünde. Buradaki herkes geçirdiğim kazayı biliyordu, ve izinli olduğumu da...

"Boş verin şimdi beni, entübe etmem gerekiyor." dedim, hemşire malzemeleri getirdiğinde hastayı saniyeler içinde entübe ettim.

Acilden çıktığımda neredeyse gece olmuştu. Ben arabaya binerken telefonum çalıyordu, Sasha arıyordu.

Büyük ihtimalle nerede olduğumu soracaktı, bu yüzden aramayı açmayacaktım.

Arabamı bir gece kulübünün önüne çekmiştim. Müzik sesi dışarıya dolup taşıyordu ben arabadan inerken. İçeri girer girmez bar kısmına yönelmiştim.

Bara girer girmez yüksek sandalyelerden bir tanesine oturdum.

"Ne istersiniz?" diye sordu barmen. Hemen hemen yaşıttık, zayıftı ve üstünde ona bol gelen siyah bir tişört vardı.

"En ağırından." dedim gözlerimi kaçırarak. Sadece bir an önce sarhoş olmam gerekiyordu. Her şeyi unutmam gerekiyordu.

"Emin misin?" Hemen sizli bizli konuşma yok olmuştu. Sinirlenip yakasına yapıştım ve onu kendime çektim.

"İstediğimi veriyor musun yoksa başka bir yere mi gideyim?"

"Hemen..." dediğinde ellerimi yakasından çektim. Ya sinirden ağlayarak her yeri yıkıp yakacaktım, ya da sarhoş olana kadar içip kendimi kaybedecek dereceye gelecektim.

Barmen önüme korkuyla kadehi koyunca göz kırpmadan alıp kafama diktim ve bir tane daha istedim.

Orada kaç saat geçirdiğimi bilmiyordum ama kimse kalmamıştı. Hareketlerim yavaşlamış, başım dönmeye başlamış ve midem bulanmaya başlamış olsa da içmeyi bırakmıyordum.

"Öyle işte Alp..." dedim sarhoş ağzımla, resmen sayıklamaya başlamışken adından bile emin olmadığım barmene dert yanıyordum. "Benim evlendiğim adam, çocuğumuz olmasın diye bana ilaç veriyormuş..."

Önümdeki kadehi parmaklarımla kavrayıp kafama diktim.

"Ben ne güzel hayaller kuruyordum... Bu kadar mı istemiyormuş çocuğumuzun olmasını?"

İçim kan ağlıyordu fakat gözümden tek damla yaş akmıyordu. Kendimi kaybetmek üzereydim. Ne dediğimin farkında bile değildim artık.

"Ezgi, sabah olmak üzere. Artık evine gitsen iyi olur." Bu çocuk adımı ne zaman öğrenmişti? Bu düşüneceğim son şeydi.

"Tamam, son kadeh..." diyerek boş kadehi ona beceriksizce uzattım.

"Bunu dördüncü söyleyişin." dedi.

"Söz, gerçekten son..." Sesim ağlamaklı çıkıyordu.

Alp kadehi doldururken etrafı buğlu gören gözlerimi kırpıştırdım. Artık dert anlatacak halim yoktu. Doldurduğu kadehi kafama diktikten sonra ayağa kalkmaya çalıştım. Sendeleyerek masaya tutunduktan sonra Alp'in koluma girmesiyle zar zor dışarı çıktık.

"Sağ ol, gerisini ben hallederim." dedim Alp barın kapısını kitlerken.

"Tamam. İyi bak kendine." Gerçekten son derece anlayışlı bir çocuktu.

"Sende."

Alp oradan ayrılırken ben duvardan tutunarak adım atmaya çalışıyordum. Gözlerim kapanıyordu.

Etrafa bakmaya çalıştım. Bulank görsem de kimsenin olmadığının farkındaydım. Hava aydınlanmak üzereydi, gerçekten sabah olmuştu.

O sırada Zerya'nın söylediği şeyleri hatırladım:
"En az bir ay alkol almaman lazım. Çok büyük yan etkileri olabilir. Vücudunun dinlenmeye ihtiyacı var."

Söz kulaklarımda yankılandığında başımın dönmesi artmıştı. Dengemi koruyamıyordum.

Gözlerim neredeyse kapalıydı. Yere yığıldığımda kendimi çoktan bırakmıştım. Hayır, sarhoş olduğumdan değil, bilincimi kaybedip bayıldığım için.

Acı içinde inledim.

Sokaklar boştu.

Kimse yoktu.

RastlantıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin