yetmiş iki : pt.1

3K 177 138
                                    

**uzun bölüm**
(...)

Jimin beni tokat yemekten kurtardığında, YaEun Jimin'e bağırıyordu. "Bırak beni!" Jimin YaEun'un kolunu sertçe geriye ittirdiğinde YaEun acıyla bağırmıştı.

Jimin tek elini bana uzattığında tutup kalkmayı reddettim, onun yerine kendim kalkıp seri adımlarla tuvaletin dışına atmıştım bedenimi.

Pekala, şu anda Yoongi'nin durumdan bir haber olduğuna emindim, hiç bir şey olmamış gibi davranmanın normal olacağını düşündüm.

Arkamdaki kapıdan gelen sesler beni rahatsız hissettirmekle kalmıyor, kendimi kötü hissettiriyordu.
"Neden o? Neden o?!" YaEun bağırıyordu içerideki Jimin'e. "Çünkü onu seviyorum tamam mı? Elimden bir şey gelmiyor, seviyorum işte!"

Ancak Jimin böyle devam ederse ileride çok yıpranacaktı. Onun için bir travma olmak istemiyordum, ya da bir zamanlar şu kıza aşıktım diyeceği biri de olmak istemiyordum. Daha çok, iyi arkadaştık diyeceği biri olmasını istiyordum.

"Neyin var Hye?" Yoongi karşımda belirip ellerini omzuma koyduğumda kapının ardından gelen sesler ona cevap olmuş gibiydi.

"Onu değil beni sevmelisin!"

"Vazgeçemiyorum, anla bunu. Onun dışında kimse umrumda değil!" Jimin'in sesiyle ona bakmıştım. Demek istediğimi anlamıştı. Kapının uzun koluna elini uzattığında elini yakaladım. "O da zor zamanlar geçiriyor... Eminim vazgeçecektir."

"Bu beni delirtiyor."

(...)

İki saat daha hiç bir şey olmamış gibi davranmıştım, sonrasında ise ben kızların masasının hesabını, Yoongi de erkeklerin masasının hesabını ödemişti.

Yemek boyunca, Jimin ve benim aramızdaki garip dalga çok uzaktan bile rahatça anlaşılıyordu. Yoongi ve Jimin arasında da o dalgadan olmasını beklemiştim ama olmamıştı. Yoongi, hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu. Tabii o da arkadaşıyla arasının bozulmasını istemiyordu.

Yoongi'nin arabasına binip eve doğru yola çıktığımızda Yoongi'nin iki eli de direksiyonu tutuyordu. Daraldığım için başımı camın yanına koymuş, püfür püfür esen rüzgara karşı duruyordum.

Bu sefer de Yoongi'yle benim aramda bir gerginlik vardı. Konuşamıyorduk, ikimizde diyecek şey bulamıyorduk. Ne diyebilirdik ki sanki?

Çalan telefonumu elime alıp annemin aradığını gördüğümde sırtımı dik tuttum ve öksürüp yüzüme yapay bir gülümseme takındım. Sesimin kötü çıkmasını istemiyordum, kötü hissetsem de annemin öyle hissetmesini istemiyordum.

"Oh, anne?"

"Hye, kuzenlerin bize gelecekmiş de gelmeden marketten erişteyle, soya sosu alabilir misin diye soracaktım."

"Alırım, sorun etme onu da... Hangi kuzenlerim?"

"Ah... Young Ae'ler..."

Young Ae, tek çocuk olan kuzenimdi. Ancak öyle bir arkadaş çevresi vardı ki, fazla şımarıktı. Annesi beni severdi, düşünceli de biriydi, şımarık değildi. Ama kızı kimseyi düşünmez, hep en iyisini isterdi. Onunla anlaşamazdık bile. O bana nasıl davranırsa, hep öyle davranırdım ona. Bana karşı hep kabadır mesela; Hye şunu yap der. Bende kendi işini kendin yap, derim. Çünkü istediğini yapınca daha çok istiyor.

"Yoongi şuradaki markette durabilir miyiz?" Dedim kendime gelip. "Tabii."

"Ne dedin kızım? Yoongi'yle misin?"

"Evet Yoongi'yleyim. Biz alıp geliyoruz, den endişelenme. Tatlı da alayım mı, pasta falan."

"İyi olur."

sound || min yoongiTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon