30.08.2019 Saat 17:45
Nasıl olduğunu bilmediğim bir deli cesaretiyle kaçtım. Öncesini, sonrasını ve olabilecek bütün ihtimalleri düşünmeden kaçtım. Kalabalığın arasında soluk soluğa hiç durmadan, hatta arkama bir kere bile bakmadan deli gibi koşuyordum. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyor, kalp atışımın sesi kulaklarımda çınlıyordu. Kendimi yıllarca ceza evine tıkılmış, ama sonra firar ederek özgürlüğüne kavuşan bir mahkûm gibi hissediyordum. Evet, özgürlüğüme koşuyordum ama ilk engelde özgürlüğümü kaybedeceğimi de biliyordum, ama yine de kaçtım.
Ben Ahu DEMİR kendi nişanımdan kaçtım. Melih KILIÇASLAN'IN beni önünde, sonunda yakalayacağını ve kendi cehennemine hapis edeceğini bildiğim halde kaçtım.
Üzerimde ben pahalıyım diye bağıran, ince askılı, bele kadar tam oturan, belden sonra genişleyerek aşağıya inen, sol bacağımın diz kapağına kadar yırtmacı olan, gece mavisi ve oldukça şık bir elbise vardı. Etrafımdaki insanların sorgulayıcı bakışları, benim kimden kaçtığım yönünde değil de bu şık ve pahalı elbiseyle neden kaçtığım yönündeydi.
Aslında birini durdurup yardım isteyebilirdim. Ama buna cesaret edemiyor etrafımda bulunan hiçbir insan evladına güvenmiyordum. Kendi başımın çaresine kendim bakmalıydım. Ayağımdaki topuklu ayakkabıların yüzünden, ayaklarım acımış ve isyan bayrağını çekmişti. Ama duramazdım, durmamalıydım. Bir an önce bu şehirden olabildiğince uzaklaşmalıydım. İşte tamda bu an, beynimin ve kalbimin aynı anda sesini duydum. "Annem" önce hissizleşen ayaklarım durdu, sonra kaburgalarımı parçalayacak kadar kalbimin hızı arttı. Her zaman buz gibi olan tenim bu defa yanıyordu. Her şey annem için değil miydi? Ben annem yaşasın diye seçmemiş miydim bu hayatı? Sırf bir kez olsun sesini duyabilmek için mahkûm olmamış mıydım? Sahi, ben annemi arkamda bırakarak başka bir hayata nasıl kaçabilirdim ki? Kaçamazdım dönmeliydim, kaçtığımı fark etmeden geri dönmeli ve annem için her şeye katlanmalıydım.
Arkamı dönüp geldiğim yöne doğru koşacaktım ki, biraz ileride elleri ceplerinde, koyulaşmış ela gözleriyle bana bakan Melih'i görmemle olduğum yerde kala kaldım. Ateşler çıkan koyu ela gözlerini, kahve gözlerime dikmiş öylece bakıyordu. Dizlerimin titrediğini hissediyordum. Ayaklarım beni daha fazla taşımak istemediğini resmen haykırıyordu. Bana üç yıl önceyi hatırlatıyor, tıpkı üç yıl önce olduğu gibi ayaklarım beni taşımak istemiyor, dizlerim titriyordu. Tek fark üç yıl önce çaresizlikten titreyen dizlerim şimdi ise korkudan titriyordu. Her şey ani gelişmiş ve bir deli cesareti ile kaçmıştım, ama yaptığım bu eylemden pişman olmam fazla uzun sürmemişti. Yemin etmiş gibi yerinden kımıldamayan ayaklarım Melih'in bana doğru her attığı adımda biraz daha titriyordu, ama asla bir milim bile yerinden kımıldamıyordu.
Melih, aramızda ki hatırı sayılır mesafeyi kapatıp tam önümde durdu. Başımı kaldırıp ela gözlerine baktım. Benim kahve gözlerimde korku varken, onun ela gözlerinde zafer dolu küçümseyici bir bakış vardı.
Aynı üç yıl önce olduğu gibi bana küçümseyerek ve zafer kazanmış gibi bakıyordu. Koyu ela gözlerinde var olan bakış üç yıl önce beni kendi cehennemine mahkûm ettiği günü hatırlatıyordu. Daha fazla dayanamayan ayaklarım yüzünden dizlerimin üstüne çöküp, hıçkırarak ağlamaya başladım. Tamda üç yıl önce olduğu gibi yine dizlerimin üstüne çökerek kendimi gözyaşlarıma teslim ettim.

YOU ARE READING
BUZ YANIĞI
General Fiction"SENİN DERDİN NE?" diyerek bağırdım karşımda beni sinir eden adama, ağlamamak için kendimle mücadele veriyordum. Ama nafile bir mücadele olmuştu. Çünkü, gözyaşlarım yine bana ihanet ederek, yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu. Arkası dönük olan Melih...