B Ö L Ü M O N S E K İ Z (+18)

1.8K 58 13
                                    

  "Hadi içeri girelim." dediğinde dizlerime sardığım kollarım iki yanıma çelimsizce düştü.

  "Siz üşüdüyseniz gidin dedektif." dediğimde beni dinlemediğini fark ettim. Yabancı hissettirmeyen eli bacaklarımın altına yerleşirken diğeri sırtımı banktan ayırdı. Tepki vermem gerekebilirdi ama buna asla gücüm yoktu.

   Yalan söylemene gerek yok Ans. Herkes senin işine geleni yaptığını bilir.

   Koltrol edemediğim dürtüyle başımı gögsüne yasladım ve gülümsedim. "Bunun hesabını sonra soracağım dedektif." dediğimde onunda gülen bir ses çıkardığını duydum. Evin kapısına geldiğimizde aklıma gelen anahtarla elimi cebime attım ve anahtarı ona uzattım. Bir şey demeden elimdeki anahtarı aldı ve kucağında ben olsam da rahatlıkla kapıyı açtı.

   "Yukarı çıkmak istemiyorum. Beni burada bırakın." dediğimde salonun kapısındaydık. Sözlerim ile gözlerime baktığında ne gördüyse ikna olmuş olacak ki ben salondaki L koltuk üzerine dikkatle bıraktı. Vücudum öyle yorgundu ki beni bıraktığı konumda yan döndüm ve daha da küçülebilirmişim gibi dizlerimi kendime çektim. Göz kapaklarım direnmeme rağmen güçsüzlükle kapandı.

  Koltuğun sol ucundaki bozuk ray her zaman biri oturduğunda gıcırdardı. Yine gıcırdardı. Biri oraya oturdu. Kim olduğunu bilecek kadar düşünebiliyordum. Ama bunu söyleyip kalbimi gereksizce heyecanlandırmayacaktım.

    Normalde orada olduğu süreyi hesaplamak için direnirdim. Ama engel olamadığım güven duygusuyla güveni kucakladım. Nereden geldiğini bilmediğim güven duygusu fısıldadı. "Sen git diyene kadar orada olacak." İç sesim acımasızca karşılık verdi onlarca defa benliğimi yerle bir eden güven duygusuna.

   Herkes gider Ans. Başının belası hayatını yerle bir eden baban dahi gitti. Bunu isteyerek yapmamış olması gittiği gerçeğini değiştirmez.

   Hayallere inanmayı bırakalı sekiz sene oldu Ans. Onların boynuna ipi dolayıp ayakları altındaki sandalyeyi çeken sensin.

   Başımdaki zonklama ile gözlerimi araladığımda havanın yarı karanlık yarı aydınlık olduğunu fark ettim. Güneş yeni doğuyordu.  "Kameralarda giren kişi gözükmüyor Copper. Bu kimse çok iyi işinde. Büyük ihtimalle görüntüleri tekrar tekrar oynatmış." Dışarıdan geldiğini fark ettiğim sesle yattığım yerden doldurdum. Üzerimde kalın battaniyelerden biri vardı.

   Ayaklarımı koltuktan aşağı sarkıttığımda midem de bulanıyordu. Ama kusmaktan oldum olası nefret ederdim. Bunun olmaması için farklı şeylere odaklanıyordum. Tavan desenlerine, duvardaki saatlerce izlediğim tablolara ya da zihnimin gürültüsüne. Koltukta dönen başıma rağmen kalkmayı başardığımda adımlarım ürkekçe tırmandı merdiven basamaklarını. Ama beynim dünkü toparlanma fikrini kabul etmişti çoktan.

  Dağınık bir Ans düzeltilmesi imkansız hatalara sebep olurdu. Daha önce bunu yaşamıştık. O hatalar yüzünden önümüze bakamıyorduk.

   Odama girdiğimde beynimin fısıldadığı şey korkmadığımdı. Zihnimi yönetmeyi biliyordum, bunu kullanmalıydım. Korkuyor olsam bile tüm hücrelerim aksini bilmeliydi, aksine inanmalıydı. Odanın kapısı kapatıp dolabımda iç çamaşır takımı alıp ne giyeceğime çıkınca karar vermeyi düşündüm. Kendimi duşun altına oyalanmadan attığımda eski halime dönmüş olmamı kutluyordu zihnim. Kalbim hala eksiklikle çarpıyordu. Geçmişte olduğu gibi...

   Babamın da ölmüş olduğu gerçeğini kabul edemiyordu. Sanki hala geri dönecek gibiydi. Ama bugün gömüldüğünde geri dönüşü olmadığını anlamalıydım. Büyükbabam da katılabilsin diye bu güne alınmıştı tören. Bir saate burada olmalıydı. O gelmeden bir Brown olmalıydım. Kusursuz, göz alıcı ve arkasından konuşulası... Kasabada soyadımın boktan statüsüne kapılmak istemiyordum. Sürekli vücuduma bakan kendini tatmin eden insanlar dahi gereksiz bir saygı duruşuna geçiyordu. Ben tatmin etmelerini tercih ederdim.

  Sıcak duş tüm kaslarımı gevşetti, yeniden doğmuşum gibi temizledi. En temiz halim dünyaya kanlar içinde gelişim... Vücudumu havlu ile kurulayıp siyah iç çamaşırlarımı giydim. Saçlarımın suyunu alıp özgür bıraktım. Aynada her zamanki gibi beni ilk morarmış göz altlarım karşıladı. Kızarmış yüzüm iyi bir makyaja ihtiyacım olduğunu haykırıyordu. Ans hemen geri dönmeliydi. Annesinin meleği işi çoktan batırmıştı.

   "Ne yani bunu sürünce yanaklarınız kızarmış gibi mi duruyor? Ne gerek var." diyerek allığımı kendi yüzüne süren Teo'nun yansıması belirdi yanımda. Fırçayı paletten aldığı gibi yanağına değdirdiğinde ona gülmeden edemedim. Yanağında fırçanın direk pembe renkte izi kalmıştı. Ciddiyetle yüzüne bakarken ona öyle sürülmediğini söylemeden fırçayı elinden aldım. Allığı yüzüne dağıttım.

   "Yanaklarımız kızarsın diye değil. Yüzümüze renk gelsin diye." Yaptığım açıklama ile gözlerini devirdi. Fırçayı ve allık paketini dolaba bırakırken beni izlediğini gördüm.

   "Kızarınca renk gelmiş oluyor işte Ans." derken beni dikkatle izlemeye devam etti. Her hamlemi saniyesi saniyesine takip ediyordu.

  "Ayrıca benim buna ihtiyacım yok." dediğimde elimdeki kapatıcıyı gösterdim. " Buna ihtiyacım var. O yüzden ben kapatıcı kullanıyorum, allık değil." Uykusuzluktan genelde mor olan göz altlarım için su kadar temel bir ihtiyaçtır benim için kapatıcı.

   İyice kuruladığım yüzümü kapatıcı ile kapatmayı düşündüm. Banyodaki dolapların boş olduğunu gördüğümde hepsini ofise taşıdığını hatırladım. Çantamda yedek olduğunu hatırladığımda havlumı kirli sepetine atıp lavabodan çıktım.

   Boş olmasını beklediğim odamda kitaplığın önündeki dedektifi gördüm. Sırtı bana dönüktü. Odaya girdiğimi anlasın diye banyonun kapısını biraz sert kapattım. "Günaydın." diyerek elindeki kitapla bana döndü. Gözleri kitaptan ayrılıp bana baktığında vücudumla karşılaştı. Bakmamak için çabalasa da kendine engel olmamıştı.

   Heyecanlanma Ans. Sen bir erkek bedenini gördü diye bu duyguyu hissetmezsin.

  "Günaydın." dedim bir şey yokmuş, o yokmuş, gibi giysi dolabıma ilerlerken. Siyah gömleğim ve siyah kumaş pantalonumu çıkarıp dolap kapağına astım. Onun arkamda olduğunu bilmeme rağmen rahat oluşum onu affalatmış gibiydi. Pantalonu askıdan çıkarırken elindeki kitaba baktım. Sevdiğim bir kitap sayılmazdı.

  Mutlu sonla bitmesi için müthiş başlayan bir hikaye katledilmişti çünkü Ans.

   "Müthiş bir cinayet kötü planlanmış bir aşka dönüşüyor." diyerek kitabı gösterdiğimde kitaba odaklanmaya çalışıyor gibiydi, kaşlarını çatmış arka kapaktaki yazıyı okuyordu.

   "Bence daha derin anlamaları var." dediğinde pantalonumun düğmesini ilikledim. Bugün yaramazlık yoktu. Her şeyi toplamalı ve hazzı haketmeliydim. Gömleğimi giyip düğmeleri ilikleken ona yaklaştım.

   "Herşey müthiş derecede kusursuz işlenmiş bir cinayetle başlıyor. Şüpheli en başından yazar tarafından bize veriliyor. Biliyoruz ama okurken buna inanmıyorsun. Her detayı ustalıkla anlatılıyor. Bil bakalım noluyor. Katil kurbanın kardeşine aşık olup suçunu ikna ediyor. İnan bana onun gizemi bir anda katlediliyor. Verilmek istenen sırlar, hayatlar, umutlar felsefesi yok oluyor. Anlamalar kayboluyor. " dediğimde kitaba bakarak dinliyordu beni. Beni dinlediğini kıza aralıklarla bana bakmasından, yüzündeki mimiklerden anlıyordum. Bir anda yüzüme baktığında kendimi kurmak için zorlandığım o sözleri özgür bıraktım.

  "Aşk dedektif. Aşk her şeyi mahvediyor." Gözlerini az önce yaptığı gibi kaçırıp kitaba bakmadı. Tam tersi gözlerime tutundu sanki. Sormak istediği şeyleri sesli bir şekilde değil gözlerime sordu. Cevabını aldı. Kitabı masaya bıraktı bir daha bana bakmadan odanın çıkışına yöneldi.

   "Bay Brown şafağı terk edilişin üçüncü evresinde gömülecek." dedi.

   Şafağın terk edilişinin üçüncüsü evresi... Öğleden sonranın daha önce hiç böyle telavuz edilmediğine emindim. Böyle tarif edildiğinde bir ölünün gömülmesi bile o zaman diliminde güzel geliyordu.

   Hayır Ans. Sen sözlerin büyüsüne kapılıyorsun sadece.

   Onun gözlerinin en derinini görmeyi ister gibi bakması. Her sözünü dikkatle dinleyip sana psikolojik baskı kurmasıyla ilgiliydi bu.

   Sen kolay kolay etkilenmezsin. Sen ancak bu kadar kısa sürede etkilersin.

Sessiz Ve Sensiz (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin