B Ö L Ü M O T U Z S E K İ Z (+18)

829 34 11
                                    

  Geçmiş...

  En başından beri kurcalamam gereken şey buydu. Hafızamın kuvvetli olduğunu savunur dururdum. Ama atladığım çok büyük bir şey vardı. Bende hata yapardım. Unuturdum... Unutabilirdim.

   Bazı anları öylesine yaşadığımı düşündüğümden hatırlamak istemezdim. Öylesine girdiğim bir marketi ya da kitapçıyı hatırlamamam normaldi. Farklı şeyler düşündüğüm, kafa dağıtmak için gittiğim yerlerde öyle...

   Teo'nun beni götürdüğü o derme çatma barı hatırlıyordum. O gün çok içtiğimi de... Ama sonrası kayıp parçalardı. Çok içmiştim ama sarhoş değildim. Konuşulan konuları Teo'nun arkadaşlarının anılarını hatırlıyordum. Az çok...

    Hatırlamaman şarhoş olduğundan değil Ans. Zihninin başka şeyler düşünmesinden...

   Önünde durduğum panoya astığım resimi inceliyordum. Zaman kavramım sekteye uğramıştı. Kararan hava odaya getirdiğim ama içemeden soğumuş kahvelerim. Hepsi zamanın ben bir şeyler çözemeden kayıp gittiğini gösteriyordu bana.

   Jonathan Pollend... İşte kayıp parçalardan biri buydu. Hiç görmediğimi düşündüğüm kişi... Tanımadığımı sandığım... Ama Teo ile sohbet ettiğimi hatırladığım o kişi.

   Sosyal medyanın gereksiz olduğunu savunduğum onlarca cümle yok oldu birden bire. Yanılmıştım. Teo'nun az takipçili ama oldukça aktip olduğu o hesapta Jonathan ve Teo'nun fotoğrafını gördüm. Dikkatli bakıldığında görünen masa üzerinde Anna'nın hediye ettiği anahtarlığın takılı olduğu çantam vardı. Yıldız figürlü basit anahtarlık bana hatırlamadıklarımı gösterdi. O gece oradaydım. Onlarla vakit geçirmiş Jonathan ile sohbet etmiştim. Araya giren bir yıl hatırlamamam için bir bahane değildi elbet. Ama yaşanan tarih bir bahane olabilirdi.

    Bir anının yıl dönümü... Doğum günlerini sevmezdim. Ama bana bir hatayı anımsatan tarihler yer edinirdi benliğimde.

   Kontorlümü kaybetmemem gerektiğini, hatalara yol açtığını gösterirdi o tarihler. Ama ben annemi kaybettiğim o tarihte tekrar kontorlümü kaybetmiş yaşananları unutacak kadar kopmuştum o andan.

   Telefonumu alıp saate bakmak istediğimde beklemediğim o mesajı gördüm. O kadar kaptırmıştım ki kendimi mesaj bildirimini de duymamıştım.

   Bilinmeyen Numara:
   "Özledin mi beni Ans?" A

   Yine cevap vermem için yanıtla kısmını aktifleştirmişti. Yazdığı mesajda ki rahatlık derecesi beni sinirden gülmeye itmişti. Onunla oynayamıyor olmam, sürekli bir şeylerle beni kendi kontrolüne alması sinirimi bozuyordu. Ama sessiz kalmak istemiyordum. Ondan korktuğumu sanmasını istemiyordum.

  Tam cevap vermek için klavyeye dokunduğumde telefonum titremeye başladı. Ekranda gördüğüm isim beklemediğim bir diğer kişiydi. Beklemiyor oluşum onun aramasının sebebi hiç iyi bir şey olmamıştı.

    "Efendim dedektif." diyerek açtım telefonu. Bir yandan da masaya indirdiğim bir kaç fotoğrafı panoya geri astım.

    "Neredesin Angel?" Sorusundan çok takıldığım konu onunda benim gibi hitaplarının sürekli değişmesiydi. Bazen avukatım, bazen Brown bazen de Angel.

   "Evdeyim dedektif. Gelmek ister misiniz?" Sesimdeki alay ciddiye alınmayacak kadar abartıydı. Derin bir nefes verdiğini işittiğimde elimdeki iğne havada asılı kaldı. Rahatlamasına sebep olmuş olacak neydi ki?

  "Noldu? Bir sıkıntı mı var?" Az önceki alaylı sesim şuan yaşadığı gerginliği gizlemedi.

  "Gelince konuşuruz." Telefon yüzüme kapandığında ne hissedeceğimi bilemedim. Bilinmezlik zincirleri zihnime dolandı. Onun buraya geldiğini anlamıştım sadece. Ve bir şeyler olduğunu. Panoyu ters çevirip boş kısmını görünür hale getirdiğimde masamın üzerindeki dosyaları toplayıp kitaplığımın boş rafına koydum. Zil sesini işittiğimde merdivenlere yönelmiştim çoktan. Kapıyı açan büyükbabam ve kapıda büyük babama ciddiyetle bakan dedektif manzarasına dahi şaşıramadım o an. Büyük babamın omzuna dokunup dedektife içeriyi gösterdim.

Sessiz Ve Sensiz (+18)Where stories live. Discover now