LXVI- "yediler ve yedi kadarlar"

44.8K 4.4K 2.2K
                                    

   Ben kelimelerin evrende bir ağırlığı olduğuna inanırım. Ve yaşadığımız çoğu şeyi önceden kurduğumuz cümleler oluşturur zannımca. Sebep bu ya bu hikaye için 'bir hastalık durumu olmadığı sürece kesintisiz finale gidiyoruz' en çok kurduğum cümleydi. Her şeyi biraz da kendimin çağırdığına inanıyorum. Tüm sürecin bir hafta içinde hallolacağına o kadar inanmıştım ki size ameliyat olmadan bir gün önce söylemek yetmişti ama devamı kontrolümden çıktı. Tekrarlayan enfeksiyonlar, kutu kutu antibiyotikler ve beklentimin kat be katı uzayan bir süreç. 

Bu süreç bir yerden sonra beni öylesine rahatsız etti ki sosyal medya hesaplarına, burada panoya, twitterda etikete bakmaya çekinir oldum. Evet her gün büyük bir merakla takip ettiğim her kesimden yavaşça elimi ayağımı çektim çünkü ben aynı açıklamayı birden fazla kez yapmaktan hep rahatsız olmuşumdur. Değişmeyen bir sonuç bizi ayrı düşürdü ve biraz uzaklaştırdı. Yeni gelenler olduğu gibi gidenler de oldu biliyorum. Hep olur zaten ama şunu söylemeliyim ki çok şey gecikti. Size söylemek istediğim bir sürü şey gecikti. Evet şey. Çok kısa bir süre daha şey. Hatta şeyler. Biraz ısınalım şeyler kelimelere dönüşecek.   

Her şeye rağmen olması gerekenin bu olduğuna inanıyorum. Zaman şaşmaz, insanlar şaşar. Zamanı aylar önce değilmiş demek ki. Biraz ısındıktan sonra size bir şey söyleyeceğim. Şey ve şeyler diyorum ve sizi aylar sonra bölümle baş başa bırakıyorum. 

Sanırım hâlâ hakkım var. Oy ve yorum istemeye. Oy ve yorum. Isınma tek taraflı olmaz. Olmamalı. Yorum yapalım mı? Bir sürü bir sürü... 

Keyifle okuyun!

 instragram; serceyioldurmekofficial

 Tıp, bu mümkün değil derdi ama ruh rahme düştüğü ilk an var oluyorsa hissetti. Babasının onu çizdiğini hissetti. Kalbim değil kalbimin üzerindeki minik kalp tekledi. Karnım ağrımadı. O kendini belli etti. Ve gözlerim dolmadı o gözlerimde parladı.

Kâğıdı aldım ve yavaşça kalktım yerimden. Yaşlarım akmasın üzerine diye hemen sildim. Akacak kadar çok değillerdi belki ama bu yaban mersini zaten tertemizdi. Çok pak çok güzeldi. Yıkanmaya ihtiyacı yoktu. Risk alamadım. Tam çıkacaktım ve usulca toplantının bitmesini bekleyecektim. Bu yaban mersiniyle yetinecektim. Çıtım çıkmayacaktı. yatıracaktım bu resmi sabredecektim ama Fetih'e bir sır vermekten alıkoyamadım kendimi. Arkamı döndüğüm an yaban mersinini yaşlarımdan koruyamadım. Öyle ki birazdan babası da bana dahil olacaktı. Bunu elbette biliyordum. Kurduğum cümlenin gittiği yere varacağını biliyordum. Sesimin titrekliğine, gözlerimdeki yaşlara baktı şaşkınca.

"Bu onu çizdiğin ilk resim, son olmayacak ama daima en özeli olacak."

Tatlı minik bir itiraftı bu. Ona bunu doğru bir yaşta verecektik ve her yaş aldığında değeri artacaktı. On yaşında bu resme yüklediği anlamla otuz yaşında bu resme yüklediği anlam bir olmayacaktı. Babam ben henüz bir yaban mersini kadarken beni çizmiş olsaydı şimdi bir çerçeve halinde odamda asılı olurdu. Biliyordum bu resmin de sonu bir çerçeveydi. Ne şanslıydı. Ne şanslıydı dünyanın en güzel babasına sahipti. Arapsaçı gibi dolandı duygularım birbirine, kalbim tekledi ve duraksadı zihnimin içi.

Dünyanın en güzel babası benim babam değil miydi?

Yaşlarım daha da hızlandı bu düşündüğümle. Fetih'e daha fazla bakamadım ve toplantı odasından çıktım.

Birinci adım. İkinci adım. Üçüncü adım. Dördüncü adım yok. Arkamdan bir ses geldi.

"Efsun."

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin