LXIX - sözünü tutan adam

26.7K 3.5K 1.1K
                                    


Fetih'in doğum günü hariç hiçbir sebep bana bu bölümü bu kadar yarım attıramazdı. Dün gece uzun bir yolculuktaydım, internet bağlantım olmasa da otomatik kaydetmeye güvenerek yazdığım bir bölümdü. Neredeyse on iki saat. Ne bölüm geri geldi ne de yetişti. Bazen Fetih'e diklenip hediyeleşme merasimi dememek lazım. Boğazınıza dizilebilir. 

Her neyse, part olarak okuyalım diyelim. Bir sonraki bölüme kaydırdığım sahneler oldu. Önümüzdeki bölüm bu bölüme ait şeyler de içereceği için neredeyse iki bölüm uzunluğunda olacak ve size bu haftaiçi bir sayaç açacağım. Konuşacaklarımız var. Olay ciddi ve mühim. Sayacı bekleyin efendim. Bölüm sonunu da okumadan geçmeyiniz. 

Keyifli okumalar. 



Kalktım geçtim Zeliha'nın odasına. İlk işim notu bir yere saklamaktı. Çıkardım cebimden okumak gibi bir niyetim yoktu. Bu saygısızlık sayılırdı ama bu tam anlamıyla not da sayılmazdı. Küçük bir fotoğraf karesinin arkasına birkaç cümle yazılmıştı. O fotoğraf karesini görmesem, o notu da asla okumazdım. Notun sonundaki ismi okuyuşumla kapı da aynı anda aralandı.

Seni çok seviyorum, sadece bunu düşün. Başaramayacağın tek bir şey yok, yazıyordu Emir ve Zeliha'nın birbirlerine sarıldıkları o fotoğrafın hemen arkasında.

Seni çok seviyorum.

Fetih'le birbirimize zaman ilerledikçe daha sık söylediğimiz ama ilişkinin başlarında çaresizlikten büzülmediğimiz anlar dışında pek kullanmadığımız bir kalıptı bu. Fetih ve ben evliydik. O benim eşim ve sevgilimdi. Şakaklarımda bir uyuşma hissettim. Evlilik, sevgililik... Bu cümle iki karşı cins arasında kuruluyorsa ve arada bir kan bağı yoksa muhakkak bir gönül ilişkisine çıkıyorsa. Muhakkak mı? Bu kadar kesin bir yargı doğru muydu? Bir arkadaş bir arkadaşa da söyleyemez miydi?

Fotoğrafa baktım.

Ellerimde ve kollarımda bir yorgunluk hissettim. Omuzlarım düştü, fotoğraf da düşecek sandım.

"Efsun abla." dedi Zeliha dehşetle dibimde biterken. Sesi titriyordu. Dudaklarım aralanmıştı, birleştiremiyordum. Ona baktım. Yüzündeki telaş... Bir arkadaş telaşı değil sanki? Hı... Ya ne o zaman? "Efsun abla ben sana anlatacaktım."

Yerinde duramıyor, elleri elimdeki fotoğrafa uzanmak istiyor ama dokunamıyordu.

"Neyi?" dedim.

Bir kez de içimden sordum.

Neyi?

Ellerini yüzüne örttü başını salladı öylece. Yeniden fotoğrafa baktım sonra yine nota. Bir daha okudum. Beynimde bir uyuşukluk hissediyordum. Bu bir tutulma gibiydi. Beynim hiçbir bilgiyi kabul etmeyecek kadar kapatmıştı kendini. Gözlerimi kapattım ve içimden üçe kadar saydım, fotoğrafa bir kez daha baktım.

Hayır. Bu dostça bir sarılma değildi. Emir'in eline baktım. Belini sıkıca sarmıştı.

"Yemin ederim anlatacaktım. Sadece doğru anı bulmaya çalışıyordum. Efsun abl..."

"Emir abinle..." bu bir savunma, inkâr ya da avuntu cümlesiydi. Hepsi bir çırpıda silindi atıldı ama. Zeliha hızla elini yüzünden çekti ve acı dolu bir inilti döküldü ağzından.

"Emir abi değil, Emir."

Bir gün Zeliha'dan okkalı bir tokat yiyeceğimi söyleseler mümkün değildi ihtimal vermezdim. Beynimin uyuşukluğu geçti ve elimdeki fotoğrafı nasıl bıraktığımı anlayamadım. Bir adım geri gittim ve vücudumdan geçen şok dudaklarımdan dökülecek gibi oldu ama Zeliha hızla kendini üzerime attı, ağzımı kapattı. Tutmasa düşeceğim kadar hoyratçaydı hareketi.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin